27 Eylül 2010 Pazartesi

Avrupa Futbol Günleri Sürpriz Mevsimi



Biten sezonu emsal alan ve geçmiş başarılar / başarısızlıklar üzerine yorum yapanlar üzerine kısa bir istatistik yazısı.




Fransa 1. Ligi 2009 - 2010 Sezonu 7. Hafta Puan Durumu

Bordeaux
Lyon
Montpellier
Marseille


Fransa 1. Ligi 2009 - 2010 Sezonu 34. Hafta Puan Durumu

Marseille
Lyon
Auxerre
Lille


Fransa 1. Ligi 2010 - 2011 Sezonu 7. Hafta Puan Durumu

St Etienne
Rennes
Toulouse
Caen
Auxerre ( 17 )
Lyon ( 18 )


Almanya Bundesliga 1 2009 - 2010 Sezonu 6. Hafta Puan Durumu

Hamburger Sv
Bayer Leverkusen
Bayern Munich
Hoffenheim


Almanya Bundesliga 1 2009 - 2010 Sezonu 34. Hafta Puan Durumu

Bayern Munich
Schalke 04
Werder Bremen
Bayer Leverkusen

Almanya Bundesliga 1 2010 2011 Sezonu 6. Hafta Puan Durumu

Mainz 05
Dortmund
Hannover 96
Hoffenheim
Schalke 04 ( 17 )


İtalya Serie A 2009 - 2010 Sezonu 5. Hafta Puan Durumu

Inter
Juventus
Sampdoria
Genoa

İtalya Serie A 2009 - 2010 Sezonu 38. Hafta Puan Durumu

Inter
Roma
Milan
Sampdoria


İtalya Serie A 2010 - 2011 Sezonu 5. Hafta Puan Durumu

Inter
Lazio
Chievo
Brescia ( Play - Off Sonrası Bu Sezon Çıktı )
Roma ( 18 )




İniş - çıkışlar her daim olur , her şekilde olur. Önemli olan bunu bütün bir lig maratonu boyunca koruyabilmek ve hatta geliştirebilmektir.

24 Eylül 2010 Cuma

Uzun Uzun Okumak İstersin


"bana şehirleri anlat demiştin. kimsenin kurduğu, kimsenin yaşadığı, sokakları ve ağaçlarıyla kalabalığı ıslak şehirleri okuduğun romanlar gibi anlatabilir miyim sana? kimi istiyorsun? o caddeler, o merdiven aralıkları, sevdiğin ressamlar ki hiç anlamamıştık; zaten olan bir şeyin neden çizilmek istendiğini, belki de çizilen istiyordu gerçekten, sevilenin hep sevilmesi gibi"


bu mükemmel bölümü ve daha fazlasını okuyabilmek için ;


http://felluka.blogspot.com




Not : Bu bir reklam değildir , reklamlar gerçek değildir zira.

Popüler İkon Vurgunları ( why so serious vers. )


Söz konusu moda olduğu zaman b.kunu çıkarmak konusunda üstüne olmayan bir toplum olduğumuz kesin. Piyasaya yeni çıkan bir ayakkabı , çarpıcı bir dizi karakteri , ses getiren bir söylem ya da revaçta bir saç modeli ve hatta ideoloji.


İşte bunların içinde en yaygın olanı kuşkusuz "hayali kahramanlar" dediğimiz tür. Çok sevilen ve yankı uyandıran bir film kahramanı bir anda "dev bir poster" ya da "internet nick'i" olarak karşımıza çıkabiliyor. Bugüne kadar neler çıkmadı ki ! Biraz eskiye giderseniz dönem dönem sokakları arşınlayan insanların ağızlarından dökülen isimleri hatırlayacaksınız ;

Örneğin yıllar yılı bitmek tükenmek bilmeyen bir Rocky Balboa sevdası , hemen her genç erkeğin odasını süsleyen posterleri ve sloganları ile birlikte. Daha sonra Tony Montana ve meşhur repliği "Küçük Tony'e merhaba de !". Peki ya Tyler Durden untutulur mu ? Kaç genç bu filmi izledikten sonra "Goh goh ben Tyler Durden kadar garzimatiğim guh guh" demiştir kim bilir.

İşte bütün bu isimlerin ötesinde bir isim çıktı 2008 yılında ortaya. Evet , tahmin ettiğiniz gibi ; Joker.


Bu Joker elbette Christopher Nolan'ın hayat verdiği bir karakter oldu ama bazen düşünüyorum ve "vermez olaydı" diyorum açıkçası. Her yerde posterler , figür oyuncaklar , sloganlar ( why so serious tek başına lider elbette ) ve elbette internet nick/avatarları.


Bu gidişe bir dur demek gerekiyor ama o zaman Ugg botları da yakmamız gerekeceği gibi "frapaçino içmediğim gün mutsuz olyoruum" diyenleri de vurmamız gerekiyor. E olmaz abi , zahmetli iş. O yüzden en ufak bir durumu abartıp üzerinden ekmek yemek için mücadele veren , bütün hayatını popüler bir ikon üzerinden yaşayan "çoşkun" insanlara Rocky filmine ait bir sloganı ile veda etmek istiyorum ;


Sakin ol şampiyon !

23 Eylül 2010 Perşembe

Şive Komikliği Üzerine Sinsilik ( Kısa Hikaye )


"İnsanlar" için geç , "benim" gibiler için erken bir saat. Normal bile diyemeyeceğim kadar erken , eve yürüyorum. Aslında toplum tarafından benimsenmiş ve kabul görmüş "toplu taşıma araçları" benim eve daha erken gitmem için bir vesile olabilir ama olmuyor. Cebimde kalan son param 2,5 tl ile adeta bir "pazarlık" içinde gibiyim ve en sonunda en az cebimde duran o bozuk 2,5 tl kadar "azınlık" oluşturan kontörlerimi kullanarak arkadaşım olan insanı mesajlıyorum. "Naber" gibi klasik bir kelime onu bu saatte ikna edemeyebilir. Bu yüzden daha sinsi ve ilgi çekici bir cümle bulmak için düşünürken bir anda "napayusun" diye bir mesaj atıyorum. Bu şive komikliği en ucuz yaratıcılık sanırım.
Arkadaşım bu ucuz yaratıcılığımı kabul ederek bana tamam ( seni almaya gelirim manasında ) diyor. Onun bu "tamam" demesi tam bir hüsran benim için ; çünkü ben bu kadar plan yaparken onun düz bir "tamam" demesi çok acımasızca geliyor bana. Daha sonra buluşuyoruz , saat 8 gibi evime dönerken yeni uyanmış olan "insanlar" kategorisinden annem bana "nerdeydin" diyor ve ben ona kısa bir düşünme süresinden sonra "dışardaydum" diyorum.

Bunları Bilmeniz Lazımdı ?


"Ne zaman bir 'bunları biliyor musunuz ?' yazısı görsem okurum ama henüz hiçbir faydasını görmedim" mi diyorsunuz ? O zaman bunları biliyor olmanız lazım , bir de böyle bakın olaya ;



* "Kızlar kolaydır abi hiç yüz vermeyeceksin kendileri atlarlar" diyen erkeklerin %85 kadarının hiç kız arkadaşı olmadığını

* "Para hiç mühim değil" diyen insanların %53 kadarının anasını babasını para için kestiğini

* "Her şeyden önce insan olacaksın insan!" diyen insanların %78 kadarının yaşlıları karşıdan karşıya geçirmemek için binbir türlü maymunluk yaptığını

* Hemen her yılbaşı "taksim magandaları" diye haberlere çıkan tacizci varlıkların aslında çok gizli bir örgüt üyesi olduklarını ve sırf bu iş için yıllar süren eğitimler aldıklarını

* "At ve Eşek" ürünleri satan üretici insanların %93 kadarının diğer hayatlarında at ya da eşşek olduklarını

* "Parayla saadet olmaz" diyenlerin %98 kadarının parayı bulduktan sonra "para yoksa bir hiçsin" diyerek "nıhaha" diye pis pis güldüklerini

* %97 kadar Türk insanının hayatlarının bir döneminde en az bir kerek "Murat , koyim de tur at" esprisi yaptığını


Biliyor musunuz ki konuşuyorsunuz ?



Şimdilik böyle.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Ezel Dönemleri


Başlayalı yıl oldu ama Ezel bir türlü intikamını almayı başaramadığı gibi her geçen bölüm daha psikopat düşmanlar edindi. En başından Eyşan'ı vursaydı böyle olmazdı bence , öyle ya da böyle vuracaktı.



Not : İzlemiyorum ama arkadaşlar sayesinde geri kalmıyorum aynı zamanda. Arkadaşlar iyidir tabi.

20 Eylül 2010 Pazartesi

İstersen Olur


Mihenk taşı olmasına ;




Görmez isen kulakların yanar , duymaz isen gözler ;

Eleştirmeyesin ; bilmeden ve hunharca. Bitmeyen bir öfke , dinmeyen bir intikam ve anlamsız bir hırsı kucaklayıp.


Napoleon olmak istiyorsan kulaktan dolma olma ;

Para para para ! demiştir lider , sebebini bilesin öyle inanasın.


Küfür edeceksen Can Yücel gibi et , Neyzen Tevfik gibi et ;

Küfür kötü şey değildir , billahi değildir. Uzun uzun tatava yerine kısa ve öz küfür et. İçinde hakaret olmasın ama çok büyük hakaret olsun aynı zamanda. Hem incitmesin hem rencide etsin.


Kategorize etme , Bülent üstad der gibi ;
İnsanları "trend" söylemler ile yaftalama , zaten trend bize sonradan girme. Önce kendini tanı , tanıt. İlk önce kendine tanıt kendini , gerekirse kendini acıt tanıtırken.


Düşünmeden yaptığın şey ne olursa olsun , olmasın ;

Bir şey yapmak için bir şey yapma. Diyelim yaptın , o zaman anlatma.


Olmadık şekilde dikkat çekeceğine olması gereken şekilde acı çek ;

Sırf birileri sevsin , birileri saysın diye çabalama. Zira mühim olan konuşulmak değil , unutulmamak. Bunu yapmak için yapman gereken şey istedikleri gibi değil , istediğin gibi olmak.


Kendini küçümseme , sen tek kişi değilsin aslında ;
"Bu iş sadece benimle olur mu ?" diye düşünme. Sen böyle düşünürsen diğeri de öyle düşünür , diğeri öyle düşünürse diğer diğeri de öyle düşünür. Kendini birey değil , çokluk içinde bir başlangıç gibi gör.


Sevilmek istiyorsan sev , sevilmeyeceğini biliyorsan daha fazla sev ;

"Sevmek işi sayesinde başlar her şey" ve sevdikçe artar çok şey. Sevilmiyorsan bile mazur gör , "deli galiba" de ve hatta üzül sevmeyen için ama sen o olma , sen sen ol , seven ol.


Hayal et , diret , üret ;

Hayal biterse gerçek olamaz zaten. Zaten gerçek olmazsa doğru çalkalanır , her dilde farklılaşır. Sabitleştirmek istiyorsan hayal et , birileri "hayalperest" derse iftihar et , inat et , mücadele et ve vazgeçmeden üret. Çünkü üretirsen hasat alırsın , hasat alırsan kar edersin. Kumbara dolacaktır , biriktirmeye devam et. Bir zahmet.



Köşesine yazdığı enfes yazı ile ilham kaynağı olduğu ve düşüncelerimi dışarı vurabilmek adına ışık tuttuğu için üstad "Vedat Özdemiroğlu'na" saygı ve sevgilerimle.

Seksili Kadın Blog Furyası


Erkek yapınca sapık , kadın yapınca feminist.


Var böyle bir şey. Eskiden "erkek yapınca delikanlı , kadın yapınca .rspu" vardı , artık yok. Mesela internet üzerinden "dün seviştik biz , bu arada benim adım hodogodu" diyen insanlar türedi. Sevişmek marifet mi ? Peki özgürlük sadece sevişmek mi ? Ha sevişmeyin mi diyorum , yardırın gitsin ama bunun takip edilebilirliği nedir arkadaş ? Hani bir facebook efsanesi olarak "filiz sevişelimmi" var ya , e niye var lan o zaman o ? Yani kadın "yiyiştik çok feci , sonra ordan çıktım başka bir erkek geldi onunla yiyiştik" yazınca ne oluyor arkadaşım ? Hadi yazanı anlarım , yazar kişi yazdığını okumaz bile ama okuyan ; ey okuyan , sana n'oluyor lan ?!
Z.kli d.şşaklı yazılar , bol cinsel öğeli fotoğraflar ve enteresan rumuzlar. Vay baba'ğn kemiğine denilesi.

Toplum kadınlar tarafından seviyesi belirlenesi bir şey , evet. İsteriz ki kadınlar üretsin , eleştirsin , küfür etsin , boyun eğmesin. İyi ama her b.ku olduğu gibi bunu da mı kıçımızdan anlamak zorundayız ? Değiliz bence ama öyleyiz diğer yandan , biz korkmayız ondan bundan.


Öyle yazasım geldi , şimdi tartışma çıkmasın. Ya da çıksın lan bana ne.



Kanat Notu : Bi de o "çok seksili" fotoğrafları nerden buluyorsunuz lan ?

19 Eylül 2010 Pazar

Sylvester Dedellone


A.B.D ordusu bir yerlere savaş açtıkça , girip oraları harap ettikçe , çeşitli "gönüllü holivuud milliyetçileri" de bu durumu desteklemek ve aynı zamanda bu durumdan ekmek yemek için harekete geçiyor. Elbette bu olayın en büyük temsilcisi "Sylvester Stallone" olmuştur yıllar yılı.


Vietnam hikayesi ile başlayan "Rambo" , bizim çok eleştirdiğimiz Kurtlar Vadisi mantığına uzak bir film değildi. Hatta daha fazlası , üstüne daha yüzsüz olanıydı.
Sylvester Stallone bu film bekleneni verdiği için devam filmleri çekti fakat olayı abartınca son Rambo filmi "Rambo - Dedeler" gibi oldu. Tabi bu film ile neredeyse aynı zamanda çıkan son Rocky filmi de aynı kaderi paylaştı. Her ne kadar yalan yanlış anlatılalacak bir savaş , laf sokulacak bir düşman olmasa bile Sylvester Stallone yine bir yerlerde birilerine laf sokmuştur. Kesin bir şey söyleyemiyorum çünkü bu son iki filmi izlemedim.


Kendisini gösterdiği inat ve bitmek tükenmek bilmeyen kas aşkı için kutluyor , bir daha bu tarz fimler yapmaması için uyarıyorum.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Fifa Geri Geldi , Pes İleri Gitti


Uzun yıllar önce başlayan "Winning Eleven" sevdam ( daha sonrası için PES ) hakkında yazdığım bir yazı vardı. O yazının üzerinden yaklaşık 4 ay geçti ve futbol oyunları 2011 serilerinin demolarını sundu.


Çok uzun bir dönem önce başladı "Pes mi , Fifa mı ?" tartışması. Evinde bilgisayar ya da Playstation bulunan neredeyse herkes bu tartışmayı bir yerinden şekillendirdi. Esasında "Sega" döneminden başlayan bu rekabet , Konami ve EA firmalarını hep karşı karşıya getiriyordu. Fakat gerek reklam , gerek lisans üstünlüğü sayesinde Fifa serisi daima öndeydi. Ne zaman ki "Winning Eleven" işin içine dahil oldu , raflarda yerini bulmaya başladı ; kulaktan kulağa yayılan bir efsane ve adeta bir "gizli cevher" gibi büyümeye başladı.

2000 yılı sonrası büyük bir atak yapan Konami , Winning Eleven 4 ile ( pro evolution soccer ) çok önemli bir gelişme kaydetti. İsim hakları alınmamış olan takımlar ve oyuncular bile buna bir engel olamadığı gibi kimi insanlar için bir eğlence kaynağı bile oldu. İsimleri belli olmayan oyuncular için kullanılan "çakma" isimler ya da bilinen lakapları , oyuncuların hayal gücünü zorlayan bir etken olmaya başladı neredeyse.
Daha sonra "Playstation 2" faktörü işin içine girince ataklarını sıklaştıran Konami , konsolların bütün "futbolsever" müşterilerini tek tek çalmaya başladı. Zaten 2003 ve sonrası Playstation Kafelerin "kongederö , şütooo , döliverop" sesleri ile inledi.

Bu süre zarfında Playstation 2 versiyonu için hiçbir şey yapmayan EA , zamanla bilgisayar kullanıcılarını da öfkelendirecek bir seriye başladı. Pek fazla kullanıcı için "Fifa 2002" sonrası 2008 yılına kadar kayıp. Bazen orantısız bir top , bazen mantıksız ikili mücadeleler Fifa serisini sevenlerin çoğunun Pes tutkunu olmasına sebep oldu. Fakat "Playstation 3" devrimi ile birlikte ayağa kalkmaya başlayan Fifa , yıllar yılı unuttuğu "Fifa" severleri de hatırlayarak onlara "Nba Live" oyuncularına gösterdiği şefkati göstermeye karar verdi.
2008 sonrası yavaş yavaş değişmeye başlayan Fifa serisi , sıkı fanatiklerinin de yardımıyla 2010 yılında "tarafsız" bir üstünlük yakaladı. Elbette bunda "nasılsa bizim kitlemiz sabi" düşüncesini yakalayan Konami şirketinin de payı var.


Buraya kadar anlattığım kısım aslında bildikleriniz , gördükleriniz. Satış anlayışı "nasılsa alırlar" olan ve tam tersi olan iki şirketin zaman içinde rollerini değiştirmesi yüzünden yaşanan değişimler ve çoğu zaman kullanıcıların mağduriyeti ile biten bir hikaye. Peki şimdi ? Şu anda hangisi "nasılsa alırlar" diyerek oyun üretiyor ? Yahut hangisi "biz yaparsak en iyisini yaparız" diye uğraşıyor.



Fifa 11 vs Pes 2011



Fifa : Ara oyunları çoğu zaman üst düzey olan Fifa , bu konuda uzun bir dönem bocalamıştı. Fakat bir klasik haline getirdiği bu "ara oyun güzelliği" Fifa serisini tekrar canlandıran başlangıç oldu ; Fifa World Cup 2010.

Konsolları ilgilendiren bu oyun ve abisi Fifa 10 , bilgisayar için aynı sonucu vermedi. Gerçi bilgisayar için sadece Fifa 10 vardı ama olsaydı World Cup da büyük ihtimalle aynı sonucu verecekti. Bu sene EA bilgisayar kullanıcılarını da unutmamış ve onlara enfes bir oyun yapmış. Artı ve eksilerini yazalım tam olsun ;


- Pas sistemi mükemmel olmuş. Artık pas atarken kendinizi futbol oynuyor gibi hissediyor ve buna göre pas yapıyorsunuz. Zaten yüksek oranlı bir pas yüzdesi yakaladığınız zaman spiker ve yorumcu bu durumu şen yorumları ile belirtiyor.

- Şut sistemi eksikleri olsa bile güzel. Arcade oyun mantığı ile "nerden vurursak vuralım kaleyi görür , belki gol bile olur" kolaylığı yok. Bunun dışında plase vuruşlar ve karşı karşıya kaldığınız zaman yapacağınız akıllı müdahaleler olayı değiştiriyor.

- İkili mücadeleler inanılmaz gerçekçi. Topu kapmak için bir tuşa basmanız şart değil , bunun yerine doğru adam tercihleri yaparak topu kapabiliyorsunuz. Ayrıca ikili mücadele yaparken rakibi dışarı itebiliyorsunuz.

- Hava topu mücadeleleri ve neticeleri çok gerçekçi. Artık sadece bir tuşa basarak kafa topu alma devri bitmiş , onun yerine doğru pozisyon alarak ve doğru şekilde müdahale ederek alınan hava topları devri başlamış. Ayrıca kafa topu mücadelesini kazanmak topun sizde kalması anlamına gelmiyor , doğru yere pas vermeniz gerekiyor.

- Kayarak müdahale yaparken ve buna maruz kalırken ortaya kesin bir sonuç çıkmıyor. Top sekebiliyor , farklı bir yere gidebiliyor. Ayrıca yaptığınız müdahale "insalık dışı" olursa cezanızı alıyorsunuz.

- "Avantaj" kuralı ve oyun durduktan sonra gösterilen kartlar oyun bağlılığını arttırıyor.

- Ofsayt tartışması olabilecek pozsiyonlarda bütün bir defans "hoca ofsayt hoca !" diye ellerini kaldırıp bir Rüştü selamı çakıyor.

- Çektiğiniz şut ya da attığınız pas hakemi bulabiliyor , hakem bundan kaçmak için şekilden şekile girebiliyor. Tabi bu durum takım arkadaşlarınız için de geçerli. Onlar da "aman top bana çarpmasın" diye şekillere girebiliyor.

- Oyuncu hareketleri ve animasyonları çok gerçekçi. Genel olarak tek tip bir düşme , şut çekme ya da koşma stili yok. Bazen "uçarak" düşebildiğiniz gibi bazen topu uzaklaştırmak için "holaley" diyerek bir mahalle abisi gibi topu depiklemeniz mümkün.

- Stad ve maç atmosferi şahane. Menüler - demo olsa bile- oyun havasını yakalatıyor.

- Genel olarak maçları kazanmak için taktik yapmanız , akıllı oynamanız gerekiyor.


Unuttuğum pek fazla şey olduğunu bilerek eksik yönlere geçiyorum ;


- Orta yaparken çok dikkatli olmanız gerekiyor fakat ne kadar dikkatli olursanız olun ortalar çoğu zaman yerini bulmuyor , bulsa bile olmuyor.

- Penaltı kurtarmak epey zor

- Şut sistemi alışmayan kullanıcıları çok zorlayacak gibi



Bütün bunlar Fifa 11'i alınacak yapabilen özellikler.




Pes : Futbol oyunları tek bir ülke olsa Pes bu ülke'de yapılan devrim olurdu. Şut hızını ayarlayabilmek , duvar pası yapabilmek , aşırtma vuruşları denemek ve tuşa basmadan top kapabilmek gibi özellikleri kullanıcıların özgürlüklerine bırakan ve çoğunu mümkün kılan ilk futbol oyunu Pes elbette. Peki yaklaşık olarak 2 senedir olduğu yerde sayan Pes bu sene ne yapmış ?


Artılarını şöyle sayabilirim ;


- Pas sistemi inanılmaz güzel olmuş. Sanırım bu sene iki firma da "abi pas olayını yaparsak çok avantajlı oluruz" gibi bir şey düşünmüş. Artık pas atarken "nereye atarsam yerini bulur" diye düşünme mecburiyeti var. Eskiden kullanılan o "yalandan ayarlı" pas artık gerçekten var yani.

- Şut sistemi geliştirilmiş. Yaklaşık 10 yıldır devam eden "şuradan şöyle dik vurursam kaleyi tutar" düşüncesi biraz olsun yok olmuş. Ayrıca topun gidişatı da çok daha serbest , bu yüzden gerçekçi bir görüntü ortaya çıkıyor.

- Duran toplar çok rahat kullanılıyor ve çok gerçekçi.

- Orta yapmak çok eğlenceli ve kolay. Fifa 10'un en büyük eksiği olan ortalar , Pes 2010'un en dikkat çekici özelliklerinden biri olmuş. Ceza sahasında girmeden yaptığınız ortalar bile çok güzel yerlere gidebiliyor ve keyif veriyor. Şahsen ben ceza sahasında girmeden adam gibi orta yapabildiğim bir futbol oyunu bilmiyorum.

- Uzun topları etkili kullanabilme şansı arttırılmış. Artık kanat değiştirerek ve rakip defansın arkasına uzun toplar atarak atak yapmak mümkün. Doğru tercihler yaptığınız ve gerçekçi oynamak istediğiniz sürece inanılmaz güzel bir özellik.

- İkili mücadeleler daha gerçekçi olmuş. Bu yüzden aynen Fifa'da olduğu gibi artık "al messi bu gol senindir" mantığı yok. Hatta öyle ki ; eğer doğru yerde müdahale ederseniz Messi'nin bütün artistliği dev cüsseli adamlara kadar sürebiliyor.

- Futbolcuların animasyonları Pes 2011'de de daha gerçekçi olmuş. Önceden olduğu gibi garip vuruşlar ya da gerçek hayatta hiçbir zaman göremeyeceğimiz kadar seri hareketler yok.

- Fantastik olaylar arttmış. Saç yerine miğfer , futbol topu yerine yastık kullanabiliyorsunuz.

- Become a Legend modu genişletilmiş. Artık soyunma odasında arkadaşlarınız size fikirlerini söylüyor , teknik direktör maç öncesi sizden neler istediğini anlatıyor.

- Yarattığınız takımın logosu , oyuncuları ve formasını yapabilme olanağına stad yapabilme olanağı eklenmiş.

- Oyun genel anlamda yavaşlatılmış. Eskiden "pas" tuşuna 5 kez arka arkaya basarak gol pozisyonu yakalama şansımız çok yüksek iken bu oyunda bu durum ortadan kaldırılmış.

- Kupa seçeneklerine "Libertadores Kupası" da eklenmiş.

- Kullanılan yeni kamera inanılmaz güzel , oyuna enfes bir hava katıyor.

- Menüler çok güzel.

- Türkçe Menü var. ( bizim ahali için güzel haber elbette )

- Bu büyük bir müjde olacak diye düşünüyorum ; Kalecilerin artık beyni var.



Çok fazla oynama şansım olmadığı için artıları burada bitiriyorum. Eksiler ;



- Yıllardır Pes serisinin değişmez hatası "olayları izleyen defans oyuncuları" yine mevcut. Rakip atak yaparken kaçacak yer arıyorlar ve ilginç bir şekilde her defasında buluyorlar.

- Oyun faul sebebiyle sürekli duruyor.

- Çoğu oyuncu yine "sırtlan" gibi koşuyor.

- Stad atmosferi Fifa kadar iyi değil , genel olarak vasat.

- Oyun içi görseller çok üst düzey tutulmamış. Örneğin Fifa'da maç sırasında dikkatinizi çekebilecek pek fazla içerik bulabilirken Pes bunu biraz es geçmiş gibi.

- Kenardan sürekli olarak -teknik direktör olduğunu düşündüğüm- bir adam bağırıyor. İnanılmaz sinir bozucu ve mantıksız bir yenilik olmuş.





Sonuç olarak Fifa durumu düzeltince Konami de mecburen uyandı ve biz futbol oyunu sevenler olarak kazanan taraf olduk. Ayrıca yılların paramparça Fifa ve uzun zamandır krallığını kaybetmemiş olan Pes baş başa girdikleri bu mücadeleyi bu sene de sürdürecek gibi. Şahsen iki oyunu da almayı ve aynı aynda oynamayı düşünüyorum. Atmosfer ve gerçekçilik olarak Fifa daha önde olsa bile alışmış ve fanatik kullanıcılar için Pes yine en iyi seçenek olacak.



Önemli Not : Bütün bu Fifa 2011 vs Pes 2011 yorumları PC versiyonları içindir.

15 Eylül 2010 Çarşamba

MC Birand


Haberleri sunarken mütemadiyen "ığğğhh" demesi eleştirilen Mehmet Ali Birand bir gün karşımıza böyle çıkacak , sonunda o olacak.

14 Eylül 2010 Salı

Ağlayan Çocuk Travması


Bu çocuğu bilmeyen var mı ? İçerik olarak sormuyorum , sima olarak.


Bu şerefsiz evladı , evvel zaman dedemlerin evinde bile vardı. Eve bi gidiyoruz , ben ve kuzenlerimin fotoğraflarının ( çerçeveli ) yanında bu şerefsiz evladı. ( o da çerçeveli ) Torun musun , akraba mısın lan ?! Hayır sadece dedemler değil , bütün akrabaların evinde bu vardı. Bir ara bunu afedersiniz "orspu çcğu" sandım ben. Her evde nedensin , her evde nasılsın lan ağlayan çocuk ?

Bütün bu durumlar ben çok küçükken olmuştu. Tam bu travma , bu öfke bitti derken geçen gün bir avm'de gördüm ben bu olmayasıcayı. Yine ağlıyor , yine bi "ben şefkat'in somut örneğiyim" der gibi duruyordu orada durmayasıca.



Ağlayan çocuk ; seni değil ama seni ağlatanı bulacam oğlum.

5 Şehir


Onur Ünlü şiirleri , filmleri ve yaptığı her iş sevilesi bir insan. Tanıyan çok sever zaten , tanımayan tanırsa büyük ihtimalle sever. Polis filmi büyük yankı uyandırmıştı ama işi orada bırakmamak lazım çünkü "Güneşin Oğlu" ve "Beş Şehir" filmleri çok daha efsane filmler.


Son filmi olan "Beş Şehir" ise artık bambaşka bir olay , film üstüne bir efsane. "Aşk" duygusunu farklı bir dorukta , hastalıklı bir derecede anlamak isteyenler bu filmi izlemeli. Acı ne demek , metanet ne demek , aşk bunların içinde ne kadar pay sahibi olabilir sorularını en mükemmel şekilde cevaplıyor bu film. İzlemeyen varsa izlesin derim.



Ayrıca soundtrack parça şöyle , dinleyip karar verilesi ;

Ahmet Kaya - Beni Vur

Pilav Üstü Hayat - 4


* Uçak korkusu olan insanım. Buna rağmen inatla "uçak en güvenli ulaşım aracı" diye akıl veren var. Bu yine hiçbir şey , bir keresinde yanımda oturan adam bana "düşerse hepimiz ölürüz" demişti. Mantığa bak adamın , düşünce yapısına bak ; "düşerse hepimiz ölürüz" diyor. Şerefsiz.

* Bir ara Mahsun Kırmızıgül ile düet yapan herkes hayatını kaybediyordu. O nasıl şey öyle demeyin , kör talih. O zamanlar kendisiyle düet yapmak yürek isteyen bir hadise idi.

* Çelik nasıl bu kadar neş'eli şarkı söylüyor hiç anlayamıyorum.

* "Bilirkişi" bence çok enteresan bir insan. Çünkü bilirkişi boş bir insan değil , biliyor ki konuşuyor o insan. Ağzında daima pipo , yüzünde bir "sen anlamazsın kenara çekil" ifadesi. En azından ben öyle biliyorum.

* Lise zamanları deli bir arkadaşım vardı. Deli dediğim "çok deli" anlamında değil , sahiden deli. Çocuk teneffüsleri sınıfta , dersleri dışarda geçiriyordu. O zamanlar tabi bu tip şeylerin şakası çok yapılıyor , insan akıl edemiyor sonuçları ne olur diye. Bir gün bu arkadaşı çok kızdırdılar ( ben değil ) sonra bu "deli ettiniz beni" diye bunları bir güzel dövdü ( beni dövmedi ) Sonra gülüp sigara paketini yaktı. "Neden sigara paketini yaktı ?" derseniz "sağlığına düşkündü" derim. "O zaman neden paket alıyordu ?" derseniz daha da bir şey demem , ayıptır.

* Çok cimri bir kuzenim vardı eskiden. ( şimdi görüşmüyorum ) Bir gün bana durup dururken "hadi dışarda yemek yiyelim , ben ısmarliycam" dedi. Mal gibi kabul ettim ben , kafamı zkym afedersiniz. Evden çıktık yaklaşık 1 saat yürüdükten sonra ( aynı cadde üzerinde ) ben buna döndüm "olum ne arıyorsun ?" dedim , bu gayet sakin "abi burada bir dönerci vardı yarım ekmek 1 ytl olan" dedi. Bunu demesiyle ben bunun ağzına ver ettim tokadı , "ulan gerizekalı" dedim , "1 ytl olan et ne eti olabilir ?!" diye aslında soru olmayan bir cümle kurdum. Bu terbiyesiz cimri olduğu kadar pişkin olduğu için "at eti falandır ehehu" dedi. "Ben" dedim , "senin a.koyim arkadaş". Sonra bu bin pişmanlık beni ikna etti kuzenim olmayasıca , beni başka bir yere götürmeyi teklif etti. Hayvan herif , ağzı kırılasıca beni "yarım ekmek tavuk döner 50 ykr" olan yere getirdi. "Ulan" dedim , "seni benim kuzenim yapan kadere benim isyanım".

* "Mtv zencisi" diye bir zenci türü gerçekten var. Evleri hep çok fazla büyük , arabaları hep gereğinden lüks ve fazla , konuşmaları hep abartılı derecede rahat olan zenciler bunlar.

* Hulk Hogan'ın bir günü nasıl geçiyor bize anlatan bir program vardı mtv'de yanılmıyorsam. Hala var mı bilmiyorum ama ben olmasını isterim , izlemem ama isterim. Neden isterim , çünkü Hulk Hogan beni ben olduğum için sevecek bir tip. Sen koskoca Hulk Hogan ol sonra kızın erkek arkadaşıyla dışarı çıkarken çocuğu kenara çekip "baban ne iş yapıyor ?" diye sor. Bunun üstüne kızına arabayı ver , arabada gps olsun , sinema diye gittikleri yer sinema değil diye kızı bağıra çağıra eve çağırıp ceza ver. Bunları benim babam da yaptığı için seviyorum Hulk Hogan'ı , o bizden biri. Bursa Milletvekili olası Hulk Hogan.

* Zengin olmayan insan genellikle zengin olma hayali kurarken de zengin gibi olamıyor. Bir arkadaşıma bir gün "özel uçağın olsun ister misin ?" diye sordum , "abi onun benzini çok yakar" dedi. Hayır adam hem zengin değil hem gerizekalı. Uçakların BP'den benzin aldığını falan zannediyor.

* "Sayısal Loto bana çıksın fakirlere yardım edicem". Tanıdık geldi mi ?



Hayat öyle bir garip işte.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Gurur Duyuyoruz : 12 Dev Adam !!


12 Dev Adam , Dünya Basketbol Şampiyonası'nda 2. oldu.

Aslında söylenebilecek çok şey yok ama aslında oek fazla şey de var. Şampiyon olabilirdik , a.b.d'yi ikinci olarak gönderebilirdik ama olmadı. Turnuva boyunca kritik maçları hep hızlı hücum zaaflarımız ve ribaund problemlerimiz yüzünden zora sokmuştuk , a.b.d maçı bunun son noktası oldu. Evet kazanabilirdik ama olmadı.


Çok teşekkürler 12 Dev Adam , şu günlerde zaten gergin olan toplumu biraz olsun rahatlattınız ve gurur kaynağımız olduğunuz. Yaşattığınız onca güzel duygu için sizlere sonsuz kere teşekkür ediyoruz , Bogdan Tanjevic gibi bir coach'a sahip olduğumuz için ayrıca gururlanıyoruz. Umarım kendisi en kısa sürede sağlığına kavuşur.



Şimdi önümüzde bu başarıyı sürekli kılması gereken bir jenerasyon var. Yolu siz açtınız , yürümek onların işi.



Sizinle gurur duyuyoruz !

12 Eylül 2010 Pazar

Nemerandum


Aysun Kayacı "Çoban" konusunu dile getirdiğinde , Fazıl Say "Arabesk Yavşaklığı" dediğinde tartışmalar oldu. Vay efendim öyle olur muymuş , yok efendim bu ne demekmiş. Bugün referandum sonuçları bize şunu gösterdi ;

"Çoban" olarak betimlenen , okuma - yazma oranı düşük şehirlerin vatandaşları , kömür yardımı karşılığında oy veren insanlar ve dinledikleri müzikler çoğunlukla "arap" kökenli olan doğu iller bugün evet dediler. Kimseyi yargılamak ya da aşağılamak değil bu fakat durum ortada. Doğu illere yıllardır gitmeyen , ve eğitim sonucu bu durumun olması zaten doğal. Bunun dışında "beli kırılan" çoban'ın "kömür" için oy vermesi de. Asıl şoru şu ; hadi bu insanlar evet diyerek kendileri için kısa vade içinde olumlu bir iş yaptılar ; peki "bilinçli" bir şekilde evet diyen sanatçılar ? Sanatçı...


Referandum sonuçları bakalım neleri değiştirecek , neleri etkileyecek. Bunu hep beraber izleyip göreceğiz ama benim şahsi fikrim okuma - yazma oranı düşük bir ülke'nin yanlış bir karar verdiği yönünde. Üzerine çok fazla konuşulacak bir şey olduğunu düşünmüyorum fakat Kemal Kılıçdaroğlu ile alakalı bir şey söylemek isterim elbet ;



"Darbe olsa tankların önüne ilk ben çıkarım" , "ben oraya giderim ama eğilmem" gibi şeyler söyleyene kadar biraz referandum içeriği ve "neden hayır ?" üzerine konuşmalar yapsaydın , daha sonra gidip "oy" verseydin çok iyi olurdu. E olmadı tabi , o ayrı.

Joel Barish Olmak


Erkekler için kötü kötü benzetmeler yapan kadınlar ve bu furya ile alakalı olarak -şahsen- sunabileceğim en büyük antitez Joel Barish. Aldatılan , unutulan , silinen ve yalnız bırakılan "samimi" bir adam Joel Barish , aslında kadınların eleştirdikleri ve yüzüne bakmadıkları pek fazla erkek gibi.


Böyle bir an aklıma geldi , izlemeyen varsa izlesin.



Karizmatik Not : Uzun uzun yazmak isterdim ama zaman problemi yaşıyorum. Kaçarca.

12 Dev Adam !! ( final vers. )


Türk basketbol tarihi boyunca görülmemiş bir başarı ; takımlar seviyesinde daha önce yakalanmamış bir derece...
12 Dev Adam bugün inanılmaz bir maç sonrası Sırbıstan'ı 82-83 mağlup etti. Aslında maç 82-81 devam ederken yıllar önce bir basketbol anısı olarak uğurlu sayım ilan ettiğim , yıllar yılı bana eşlik eden "83" sayısı bize maçı getiren uğur olur diye düşünüyordum ama bunu babam'a bile söyleyebilecek cesareti gösteremedim. ( bu durumu daha önce 83 puan alıp şampiyon olan Galatasaray macerasında olumlu şekilde yaşamıştım ) Tabi Hidayet o topu taşıyıp Kerem'e verene kadar...


Maçı izlemeye başladığımda 3-2 gerideydik ve neredeyse bütün maç geride seyrettik. Kaçırdığımız boş atışlar , hızlı hücum yaparken kaybettiğimiz toplar , kritik zamanlarda yediğimiz çokça üçlük ve boş döndüğümüz sayısız hücum olmasına rağmen maçı kazandık. Bunun adı elbette inanç , elbette birlik ama bu 12 Dev Adam hakikaten tebrik edilerek uğurlanacak gibi değil. Evet biz biraz hava yakalamayı bekleyen , moral ve destek sayesinde büyük işler başaran bir toplumuz ama böylesine bir başarı için bunlar asla yeterli değil. Zaten bugün -normal şartlarda- en skorer oyuncumuz olan Ersan sadece 6 sayı katkı yapmış olsa bile 83 sayıyı bulmayı başardık ve bu durumu özetliyor. Bana kalırsa maçın kırılma anları ; Ender'in iki tane kritik üçlüğü , Kerem'in skor üretme sıkıntısı yaşadığımız anlarda attığı üçlükler ve elbette Semih'in smacı oldu.

Bunların dışında yine Bogdan Tanjevic'e müthiş planları ve takıma kazandırdığı kimlik için teşekkür etmek şart. Hatta teşekkür ne kelime , daha bile fazlası.



Çok uzun yazılacak bir şey yok esasında , 12 Dev Adam bize mükemmel bir bayram hediyesi verdi. Şu dakikadan sonra elbette kimse 2. olmayı kabul edemez ama bu bile inanılmaz bir başarı. Tabi bu sefer finali kazanırsak "finallleri kazanabilme özelliğini" kazandığımızı anlamış oluruz aslında ve inşallah bunu da başaracağız.




Not : Basketbolcu bir arkadaşım turnuva öncesi "madalya görür müyüz ?" soruma "yok abi o kadarda değil ama çeyrek final görürürüz" demişti. Ben ise "2001 gibi olacağına inanıyorum , görürsün bak" demiştim. Böylede bir havam var yani , artizlik yapmayın.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Edik ile Bedük


Gerçek Adı : Serhat Bedük


Yıllar önce "Son Sigaram" isimli ses getiren bir şarkı yapmıştı. Müzik tarzı pek maddi bir gelir getirmemiş olacak ki yıllar sonra karşımıza bu defa sadece "bedük" olarak çıktı ve elektro müzik yapıyordu.

Bu ani değişim beni gerçekten hayretler içinde bıraktı ve en son imajını ben yaratmak istedim. Kabul ederse danışmanı olabilirim.




Mühim Not : Kendisini düşünce tarzı ve insanlara yaklaşımı olarak sever , saygı duyarım. O ayrı , bu ayrı.

10 Eylül 2010 Cuma

Mutluluğun Resmi


"Mutluluğun resmini çizebilir misin ?" diyenlere cevap niteliği taşımasına.



Çok Önemli Not : Bu kayıt ile birlikte 83. kaydımı girmiş bulundum. 83 benim uğurlu sayım , canım ciğerim. Bu kayıt için çok çılgın planlarım vardı ama kısmet değilmiş ya da kısmetmiş ama bana göre değilmiş.

Ümit Besen - Ümit Veben


"Nikah Masasına Oturmak" üzerine yapılmış bir şarkı olarak bakarsak iyi bir şarkı "Nikah Masası". En azından samimi duygular ve enteresan bir öykü var. Bu şekilde bakıldığında oraya oturan kadın ( ümit besen'i sevmeyen ) ve onun oraya oturmasını içerleyen adam ( ümit besen ) arasında geçen hikaye biraz buruk ama sıradan bir şekilde bitiyor.

Şimdi hikaye şöyle olsa ; Ümit Besen hiç oraya gitmese , kadını unutup kendine yeni bir hayat kursa ve nikah günü eski bir ortak arkadaşları bunu arayıp konuşurken laf arasında "abi senin cansu evleniyor bu arada" dese. İşte bu dakikadan sonra benim bildiğim Ümit Besen yine aynı tavrı takınarak olayı içerler ama biraz olsun gururlu olsa "vay be cansu , buna içilir arkadaşlar" diyip çilingir sofrasını kurar.

Böyle olsaydı eğer şarkının adı "Çilingir sofrasına oturdum işte" olurdu ve muhtemelen "Dayanmak çok zor çeri domatese" diye devam ederdi. Keşke biraz gurur yapsaydın be Ümit Besen.

9 Eylül 2010 Perşembe

Bayram Kutlanır


Bayram geldi. Herkes neş'eli , 12 dev adam ve galibiyetleri , a milli futbol takımının kazandığı maçlar ve bunun yanında referandum gerilimi. Hepsi bir yana , bugün bayram.


Küs olanlar barışır mı ya da barışanlar küsmeye cürret edebilir mi bilmiyorum ama bayram neş'e içinde geçmesi gerekendir. Bayram , ne olursa olsun insanların gülümsemek için sebep aradığı zamandır. Kimine göre deliye hep bayramdır , normale göre bazı günler. Ama işte bayram böyledir , her daim bir mutluluk vardır bayramlarda. Bunun dışında firmalar bayram için reklamlar hazırlar -ki coca cola bu konuda en azılı firmadır- onlar sayesinde satış grafiğine ivme kazandırır , kimi firmalar özel kampanyalar hazırlar , çoğu belediye ise seferleri bedava düzenler. Neticede bayram bereket getirir derler , hakikaten kısmen bile olsa getirir.


Anlatmasam olmaz ;


"Küçükken" diye başlayan bayram hikayelerini hiç sevmezdim , ta ki ben de aynı cümleyi kuracak yaşı bulana kadar. Sanırım bunun için çoluk çocuk sahibi olma şartı da yokmuş çünkü 22 yaşında eriştim ben buna. Eskiden bayram öncesi alışveriş telaşı , kimlere gidilecek toplantıları ve bayram zamanı toplanan şekerler - harçlıklar vardı. Bunlar güzel şeylerdi elbet ve onları unuttuk zamanla. Esasında zamanlamamız çok doğru olmadı , olamadı. En azından benim için. Çünkü ben eskileri , 90 ortalarını ve çocukluğumun anılarını özlemeyi pek sevmiyorum. Aslında benim sevmediğim özlemek değil , özlemeyi kabullenmek.
Büyüdükçe o ziyaret edilecek yerler listesi azaldı , toplantılar yerini tartışmaya ve "o gelmedi ben de gitmiyorum" cümlelerine bıraktı. Daha sonra bayram alışverişi bitti , en sonunda şeker yiyemeyecek -en azından isteyemeyecek- ebatlara ulaştık. Ucundan biraz harçlık konusu kalmıştı ki , onu da sakalları Robinson Crusoe boyutunda bir adam'a vermezler. Hem adam olana harçlık mı verilir ?


İşte böyle bir bayram telaşsızlığı var üstümde. Hatta tam olarak bayram kaç gün , arife nedir onları bile bilmiyorum. Üstelik bu sene coca cola reklamlarını bile izlemedim. Özümü eleştirmiyorum ama kendime de kızdığım oluyor. Zaten böyle duygu yüklü blog yazısı yazmayı sevmiyordum , konu nerelere geldi.



Ho ho hoo , yeni bayramınız kutlu olsun ! ( bu böyle değildi sanki ? )

8 Eylül 2010 Çarşamba

12 Dev Ötesi Adam !


Evimizde düzenlenen bir dünya şampiyonası , beklentilerimiz yüksek , çeşitli siyasi durumlar yaşanıyor ve referandum gibi bir gündem mevcut.


Bütün bunların yanında bir milli takım , 12 tane adam ve oynanan 7 maç. Bu 7 maçta alınan 7 galibiyet , oynanan çeyrek final maçında alınan 95 - 68 gibi net bir skor. İşte spor , işte basketbol böyle bir şey. 12 Dev Adam böyle bir şey. Aslında en önemlisi ; ülke olarak en ihtiyacımız olan zamanda bu kadar güzel işler yapmak , toplumu bu kadar yakından ilgilendiren insanlar için yapılabilecek ve yapılması gereken en güzel şey.


Şu an çok mutlu ve gururlu olduğum için pek içerik yazamıyorum ama herkesin mükemmel oynadığı , inanılmaz bir mücadele sergilediği ve Hidayet'in artık bu takımın abisi olduğunu hem saha içinde hem saha dışında gösterdiği bir maç oldu.
Bütün bunların yanında Bogdan Tanjevic'in bu takıma kattıkları , gösterdiği özveri ve aşıladığı inanç asla unutulmamalı. 12 Dev Adam'ın yarısı onun elbette.

Artık 2010 dünya basketbol şampiyonası'nda ilk 4 takım içindeyiz. Elbette bu yetmez , daha fazlası lazım ve olacak.


Teşekkürler 12 Dev Adam , teşekkürler Bogdan Tanjevic.



Not : Bu arada heyecan içinde yazmayı unutmuşum ; Türkiye 95 - 68 Slovenya.

Facebook ve İlkokul


Hayatının bir bölümünde bile olsa neredeyse herkes facebook kullanmıştır. Ben de bu topluluk içinde birisi olarak kısa bir dönem -3 ya da 4 ay falan- facebook kullandım. "Facebook kullanmasına rağmen ilkokul arkadaşları ile buluşmayanları dövüyorlar" diye bir inanış olması sebebiyle bir buluşma ayarlamak istedim.


Önce listeme dahil olan 4-5 kişiyle irtibat sağlayarak "buluşalım" diye açtığım konu zaman içinde "onlarca tanımadığım insanı ihtiva eden" bir görüşme halini aldı ve üzerime yıkıldı. Herkes fikir birliği yaparak "bu buluşmayı sen düzenliyorsun" dediği için mecburen yer - mekan seçimi yapmak zorunda kaldım. Gerçi bunu yaparken bir ara "zkrm böyle işi" dediğim için -sağolsun- bir kız arkadaşım yardım etti ve olayı düzene soktu.


Gün geldi ve buluşma yapıldı. Buluşma alanına gittiğimde umumiyetle "kafaları aynı kalmış - vücutları büyümüş" ilkokul arkadaşlarımı gördüm. Açıkçası bir çoğunu hatırlamıyordum bile ama facebook'dan bir ekleme durumu olduğu için "seni tanımıyorum" da diyemedim dememi bekliyorsun. İşte durum böyle olmadı , ben gayet açık bir şekilde "ben seni tanımadım" diye başladığım sohbete daha sonra "murat boz gay lan" şeklinde devam ettim , ilerleyen dakikalar içinde "ne kadar popçu varsa Allah belalarını versin" noktasına kadar geldim. Hatta bir ara muhabbet o kadar monoton bir hal aldı ki ; ben murat boz hakkında söylenmeyecek kelamlar ediyorum , etrafımda bulunan hatırlamadığım ilkokul arkadaşlarım "ya aslında o kadarda değil" diye beni uyarıyordu.


Neyse ki zaman çabuk geçti , en azından benim için. Daha sonra bulunduğumuz yerden başka bir yere geçtik ve orada biraz daha muhabbet ettikten sonra ayrıldık. Ben o gün sonrası bir daha ilkokul buluşması yapmamak için kendime söz verdim ve yaklaşık 1 ay sonra facebok hesabımı kapattım.



İlkokul arkadaşım sana söylüyorum , İsmail Yk sen işit.

7 Eylül 2010 Salı

Kopuyoz !


Kesinlikle bir şeyi eleştirmek ya da yermek için değil. Geçenlerde bir arkadaşla lunapark'a gittiğimizde gördüğüm bir adam bu , birden bu şekilde bağırması ve dans etmesi çok garip geldi bana ve "paint" sayesinde bunu aktarmak istedim.


Not : Çizim yeteneğim iyi değildir ama bu tam istediğim gibi oldu. Arka fon falan aynen bu şekilde idi. En azından benim hayalim böyle oluştu tam o an.

Naber Arnold Schwarzenegger ?


İsmi bile söylenemeyen , tipi pek bir meymenet yoksunu insan Arnold Schwarzenegger. Kendisi şu an hala devam ediyor mu görevine bilmiyorum ama en son "Kaliforniye Valisi" idi. Konu tam olarak bu ; böyle bir vali olduğu sürece sorunları nasıl dile getirebilir halk ? Ben şahsen cesaret edemezdim.



x : vali bey şurada büyük sorunlar yaşıyoruz
a.s : şu kasları görüyor musun ?
x : evet efendim
a.s : şimdi insan gibi çık dışarı ki ağzını burnunu kırmiyim
x : terminatör 2 iyiydi abi
a.s : çı şarı !



Not : Bizim "sportif" bakan ile Arnold Schwarzenegger'i döğüştürsek n'ece bir sonuç çıkar acaba ?

Johnny Depp Röportajı


Bu röportaj çok konuşulacak , yer yerinden oynayacak. Ünlü oyuncu Johnny Depp ile hayat , sinema , Tim Burton , aşk , futbol ve daha bir çok şey üzerine keyifli bir sohbet ettik.



s.p : merhaba johnny , nasılsın ?
j.d : hamdolsun
s.p : ilk şunu sormak istiyorum , isminin asıl yazılışı nasıl ? genç kızlar bunu çok tartışıyor
j.d : j-o-h-n-n-y d-e-p-p
s.p : neyse , artık bu tartışma bir daha yaşanmaz sanırım. bize biraz kendinden bahseder misin ?
j.d : 1963 kentucky doğumluyum , kentucky çocuğuyum yani ! askerliğimi florida'da yaptım. oyunculuk alanında ilerlemek istediğim için bütün dikkatimi bu alana verdim ve çeşitli filmlerde figüran olarak görev aldım.
s.p : seni ilk olarak elm sokağı kabusu filmi ile tanıdık. o zamanlar "bak bu çocuk çok büyük oyuncu olacak" diyenler oldu
j.d : evet , ilk ciddi işim o oldu. tabi ondan sonra gelen makas eller için benim patlama yaptığım film diyebilirim. ( bu sırada tim burton arıyor , meşgule verip "ben seni ararım" gibi bir mesaj atıyor )
s.p : tim burton ile o film sayesinde tanıştınız sanırım ?
j.d : evet , zaten o günden sonra hiç ayrılmadık ( gülüşmeler )
s.p : tim burton senin için ne ifade ediyor ?
j.d : babam gibi desem yeridir. moralim bozulduğunda , çözemeyeceğime inandığım bir sorunum olduğunda ilk onu ararım
s.p : peki her rolü oynar mısın ? "şu rolü oynamam" diyeceğin bir rol var mıdır ?
j.d : güvendiğim bir yönetmen olursa her rolü oynarım tabi ki. ( güvendiğim derken "siz anladınız" der gibi gülüyor )
s.p : peki aşk hayatın ?
j.d : hanım benimle evlenmiyor , çok enteresan bir ilişkimiz var. mesela bazı geceler yatakları ayırıyor , bazı geceler "sen içerde yatıyorsunuz" diye yastığı yorganı veriyor elime gönderiyor. tam anlayamadım ama iyi bir ilişkim var diye düşünüyorum
s.p : peki futbol ile aran nasıl , takım tutar mısın ?
j.d : milli takımı tutuyorum ( gülüşmeler )
s.p : johnny , bu röportaj için çok teşekkür ederim
j.d : asıl ben teşekkür ederim ( bu sırada cep telefonu çalıyor , arayan tim burton )
s.p : hayrola , yeni bir film mi var ?
j.d : yok ya , hanımları alıp yemeğe çıkıcaz akşam ( gülüyor )
s.p : tamam , teşekkürler tekrar
j.d : sen de gel istersen ? ( çok samimiyetsiz soruyor )
s.p : yok sağol , benim arkadaşlara sözüm var
j.d : iyi sen bilirsin , görüşmek üzere ( hiç ısrar etmiyor şerefsiz )



işte böyle bir insan bu Johnny Depp. İnsan insanı iyi tanımalı. O tim burton kıçına tekmeyi vurduğu zaman çok ararsın bizi ! ( burayı duymuyor , evden uzaklaşınca söyledim )

Halloween Üzerine


Korku filmi seven bir insan olmadığım gibi film konusunda çok farklı fikir ve teorilerim var. Aslında işin içinde olduğum ve olacağım için ( yazar burada okuduğu bölümle ilgili bilgi veriyor ) biraz daha farklı bakmam gerekiyor zaten. Bu sebeple korku filmleri benim için çok güzel işler olmadı , olamadı. Fakat her şey bir yana "Halloween" serisi başka bir yana. Hatta bir çoğumuzun özellikle bundan 3-4 sene önce "gahuahah nuri alço melodisi lan" diye dinlediği şey bir "Halloween" filmi soundtrack'ı idi. ( john carpenter - the end )

Neticede ben bu yazıyı aslında a.b.d yapımı korku filmleri serileri ve o hiç ölmeyen karakterleri için yazacaktım ve deli gibi eleştirecektim fakat olmadı. Neden olmadı , çünkü ben bu yazıyı yazarken "Nuri Alço" müziği açtım ve şu an dans eder duruma geldim. Allah kahretsin seni John Carpenter , gece gece dışıma vurmuş olan eleştirel adamı öldürüp içimde yatan 80's çocuğunu dışarı çıkarttın. Oysa ki ben neler hayal etmiştim.



Bu arada Michael Myers karakteri ile ilgili kendimce ilginç bir detayı anlatmak isterim. Bundan 9-10 yıl önce -ki ben o zaman 11-12 yaşında bir çocuğum- kuzenlerimle beraber sürekli "Halloween" filmleri izliyoruz. O dönem kuzenlerimin babasına olan güvenim ( benim gözümde çok güçlü ve atarlı bir insan olması sebebiyle ) üst düzey olduğu için kendisine "amca sen bunu dövebilir misin ?" diye sormuştum ve o da bana "ağzını burnunu kırarım sen ne diyorsun ?" demişti.
Tamamen benim ona olan güvenimi korumak ve beni mutlu etmek için verdiği bu cevap benim için yeterli olmuştu o ayrı.

Latif Doğan Küsmüş ( Capsli )


Ülke garip , topyekün garip tabi. Durum böyle olunca haliyle her şey gibi müzik piyasası ve o piyasada bulunan insanlar da garip oluyor. Örnek olarak Latif Doğan'ı seçtim.

Doğan dediğin zaman akla ilk olarak elbette Nihat Doğan gelir ama Latif Doğan çok başka bir insan. Kendisi evvel zaman yapmış olduğu "Küstüm" şarkısı sayesinde yaklaşık 6 yıldır bu şarkının ekmeğini yiyor. Ha yemesin mi ? Yesin tabi , afiyet olsun. Lakin bir insan ki -bu insan türkücü- başka hiç mi konuşulacak şarkı yapmaz be adam ? Hayır iş sadece şarkı değil , bu şarkı yüzünden yıllar yılı "Küstüm Şov" izledik biz. Yazık değil mi bize ?


Bu arada düşündüm ki ; mesela bir Latif Doğan&Nihat Doğan düet yapsa ve adı "Küstük"
olsa. Olmasın tabi , saçma.

5 Eylül 2010 Pazar

Saç Sakal ( Psikolojik Mücadele )


Geçen gün saç kestirme işlemi için berber kişiye gittim , zaten gittiğimde biri koltukta 2 kişi vardı. Koltukta olan 2 dk sonra falan "saatler olsun" durumuna erişti. Daha sonra zaten acelesi olan ben başıma geleceklerden habersiz "20 dk sürer en fazla bu herifin işi" diyerek gazete okumaya başladım. gazetede poposu gözüken bir Tuğçe Kazaz vardı. Diğer gazetelere baktım. dedim ulan Tuğçe mi izliycem burda. 3 gazete bitirdim adam hala koltukta , ben döndüm tabi Tuğçe Kazaz poposuna , mecburen. Yani sarı sayfalar bitince mecbur kaldım. Her neyse adam tam kalkacak kulak şeysine ağda yaptırıyor , tam gidicem kaş aldırıyor. Kır saçlı orta yaşlı adam gözümün önünde "metroseksüel" oldu. Tabi benim zaman kavramı da biraz değişti. En sonunda oturdum koltuğa ; bir kral gibi , hak etmiş gibi. Berber kişi "nasıl olsun" dedi , "3 numara" dedim. Bana "3 numara?" dedi soru vurgusu yaparak. "Evet" dedim "3 numara". "Emin misin?" dedi , "evet" dedim. "Uzatıyordun sen" dedi ama ben "ulan sanane kessene artık" diyemedim.

O kadar geç kaldım ki , sakalları kestirmedim. Pis metroseksüel amca.

Bozuk Para ( Çılgın Hikaye )


Not : ( yaklaşık 1 yıl önce , uykusuz bir gece vakti aklıma gelen ve bulanık gözlerle yazdığım bu yazıyı direkt buraya kopyaladım. o yüzden hiçbir değişiklik yapamadım , kalın harfler kullanamadım ve büyük - küçük harf olayını dikkate alamadım. ulama falan zaten onları siz buluyorsunuz )



Odaya girdi. biçimsizce yerleştirilmiş eşyaları derleyip toparlama cesareti olmadığı için karmakarışık duran yatağına yattı ;

"bugün tam bir fiyasko"

sevgilisi andy hartley ile olan ilişkisinin kötüye gittiğinin farkındaydı. onu , en yakın arkadaşı ve aynı zamanda bir zenci olan fadel moncihcihi ile yakalamıştı. bu iri kıyım , sinirli ve ahlaksız adam onun en yakın arkadaşı ve sevgilisinin kaçamak yaptığı bir zenciydi. kafasından onu zorbalıkla uyarmak geçti. fakat daha sonra düşündü , zor balık bile daha mantıklıydı. çünkü o kaslı zenci onun ağzını yüzünü kırar , üstüne üstük ileri bile gidebilirdi. mecburen modern ve uzalaşmacı bir tavır içine girdi. "aman be nolcak , hayat iki bacak arasında olamaz ya" dedi. daha sonra kendi iki bacağının arası ve arkadaşı moncihcihi'nin iki bacağının arasında gidip gelen kısa bir hayale daldı. zaten hayalin en kesin ve en büyük bölümlerine o kaslı zenci hakimdi. aniden çalan telefon ziliyle birlikte bu çirkin , umutsuz ve kırıcı hayalden uzaklaştı. sevgilisi hartley ona mesaj atmıştı. " pişman oldu heralde , bende affediyim artık " gibi godoşluk kokan bir düşünceyle mesajı okudu ;

"biliyorum bana kızgınsın. ama yapabileceğim bir şey yoktu. o beni baştan çıkardı ve bende çatır çutur....."

telefonu duvara fırlattı ve mesajın geri kalan kısmını okumadı. ardından bir mesaj sesi daha duydu. bakmak istemese bile yüreğinden gelen sesi dinleyerek mesajı okudu. mesaj hartley den geliyordu ;

"çatur çutur off yani"


sevgilisi gitgide çirkinleşiyor , özür dileyip af bekleyeceği yerde işi sulandırıyordu. bir anda aklına linae geldi. aslında linda daha güzel , daha alımlı ve efendi bir kızdı. bu hartley gibi kaşar değildi. 5 dakika lindayı düşündükten sonra bir anda çok sinirlendi , aniden moncihcihi ile konuşmaya karar verdi. en nihayetinde aldatılmak ona koymuştu. hartley'in ona geçen doğumgününde almış olduğu ipod u alıp evden çıktı. gidene kadar sürekli olarak eye of the tiger , welcome to the jungle , deliyürek - miroğlu yasaları gibi gaz mp3 ler dinledi. kendisini o kadar cesur , o denli kahraman hissediyordu ki , değil 1 monchicihi , 10 monchicihi gelse kar etmezdi.
kapının ziline bastı , ardından megafondan gelen sesi duymak için kulaklığın tekini çıkarttı. megafondan "kim o" diye bir insandan çok öküzü andıran bir ses geldi. belli ki bu arsız hayvan bir şeylere sinirlenmiş ve kızmıştı. gayet alçak ve mülayim bir ses tonuyla "benim" dedi. o kadar alçak ve mülayim bir ses tonu seçmişti ki , b ve e harflerinden sonrası bir muallaktı. zaten monchicihi ilkokul terk bir ayı olduğu için kelimenin devamını kestirebilecek bilgi ve donanıma sahip değildi. megafondan 2. kez yükselen ses bu kez , "kimsin lan y...rağım" gibi anlamsız bir öfke ve hakaret içeren cümleyle kükredi. ipod un diğer kulaklığını da korkuyla çıkarttıktan sonra son gücüyle "benimmm" dedi. fakat bu kez anlaşılır olan ses uzayan "m" ler yüzünden fazla feminen bir hal almıştı. kendi kendine "Allah belamı versin" dedi. megafon bu kez "sen misin lan hırbo" sesiyle yankılandı ve kapının açılmasını müjdeleyen "çıkırtps" sesi duyuldu. megafondan gelen "lan" ve "hırbo" kelimeleri ona o kadar fazla güç verdi ki , en azından samimiyiz , dayak yemem heralde düşüncesiyle kapıdan mutlu bir şekilde içeri girdi.

şimdi eye of the tiger dan yoksun , titreyen elleri ve yürümesine engel oluşturan güçsüz bacakları ile asansöre doğru yürüyordu. bir an "acaba merdivenlerle çıksam daha karizmatik ve ürkütücü olur mu" gibi gereksiz bir beklenti içerisine girdi. fakat bu düşüncenin ona sadece efor kaybettireceğini ve terlemesine yol açacağını hesaplayıp asansöre binmeye karar verdi. asansöre bindi , 8. kat düğmesine bastı. oysa gitmesi gereken kat 9. kattı. bunu fark ettiğinde iş işten geçiş olduğu için stop düğmesine basmaya karar verdi. yemedi , "n'olcak , 8 de iner , 9'a çıkarım. hem merdivenle çıkma karizmasını da yaşamış olurum" diye düşündü. hem merdivenle çıkmış olacak , hemde az efor sarf ederek terlemeyecekti. kendini bir sinsi , bir kurnaz gibi hissetti. asansör içersinde aynaya bakarken "piiiuuuv saç baş dağılmış" diye içinden geçirdi. sonra düşündü , umarsız ve kaygısız olması lazımdı. yani en azından öyle görünmesi. 8. katta indi , 9'a çıktı. kapı henüz açılmamıştı. kapıyı çaldı , açıldığında karşısında terli , bornozlu ve mutlu bir monchicihi gördü. "naber lan" şeklinde gelen soruya pişkin bir ifadeyle "iyi işte noolsun" diye cevap verdi. içeri girdi.


monchicihi evde yalnız olmadığını , bir bayan arkadaşın olduğunu söyledi. kişiliksiz ve godoş bir tavırla "ooo mala vuruyon hee" gibi anlamsız bir yalakalıkla , samimiyetin b.kunu çıkartan bir cümle kurdu. karşılığında almış olduğu "herıld olum , abin 7/24 bankamatik gibidir" dedi. dövmeye geldiği adam kaslı , çapkın , zenci ve özgüveni yerinde birisi olmasının yanında artık bir "abi" , onun yapamadıklarını yaptığını gördüğü bir "idol" haline gelmişti. kocaman koltuklarda küçüldükçe küçülmüştü. kızgın , korkak , aciz , heyecanlı ve şaşkındı. bu kadar bağımsız duyguyu aynı anda yaşarken ne yapabilirdi ki ?
monchicihi ona bir şey içmek isteyip istemediğini sordu. "çay" dedi. çay , onun cümlelerini ciddileştirebilecek , mevzuyu delikanlılaştıracak yegane içecekti. fakat monchicihi "çay yok lan istiyorsan git bakkaldan kap gel , hem ekmekte kalmamış" dedi. dövmeye geldiği adamın yamağı , yardakçısı olmasına ramak kalmıştı. çok ani ve geçerli bir sebep sunup "çay" sevdasından vazgeçmeliydi. bir an içinde düşünüp "yaa sktr et , soğuk bir şeyler içelim" dedi. içelim ? yüzsüzlüğün kitabını son sürat yazarken ağzından çıkan kelimelere şaşkınlığını sadece 1 sn sonra yaşıyordu. işler gitgide b.ka sarıyor , monchicihi ipleri eline alıyordu. "hem" dedi , "ben seninle bir şey konuşmak için geldim"

içerden gelen bardak ve su sesleri kesilmiş , yerini ritmik şapırtılar almıştı. tekrarladı , "bir şey konuşmak için geldim"

uzun müddet ses gelmeyince içeri doğru gitmeye karar verdi. mutfağa kafasını uzatmasıyla birlikte monchicihi , hartley ve linda'yı gördü. uzun süre izledi , baktı ve kalakaldı. yaklaşık 4 dakika sonra onu fark ettiler ve yapmakta oldukları şeyi sonlandırdılar. monchicihi gür bir sesle "amuğa goyim ne geliyon lan" diye haykırdı. utanmaz adam , hem kız arkadaşını , hem muhtemel kız arkadaşını mutfakta pis emellerine alet ediyor , hemde onun eve gelmesine izin veriyordu. hayal kırıklığı yaşamış , bütün cesareti yıkılmıştı. salona gidip tv'yi açtı. sesi sonuna kadar getirip , yaşlı gözleriyle ekrana baktı. ovv , en sevdiği program başlamış ve kadın ne dekolte bir şey giymişti. biraz izledikten sonra tuvalete gitti , 5 dakika sonra çıktı. kapıda hartley vardı , göz göze geldiler. sevdiği kadın , aşık olduğu , uğruna ailesini terk ettiği kadın onun gözlerinin içine adeta bin ordu yollamışcasına bakıyordu. gözlerinin içinde bir harp , bir sulh , bir hezeyan yaşandı. bütün bir hayatı , hayatından geçen kadınlar ve her şey , gözlerinin önünden bir anda geçti. daha sonra monchicihi geldi , uzun uzun bakışan bu aşıkların halini kısa bir zaman dilimi boyunca seyrettikten sonra "lan bir ekmek al da seninle şu konuşacağın şeyi konuşalım" dedi. sert ve öfke dolu bakışlarla monchicihi'ye baktı , ardından gözlerini çok kısa bir müddet hartley'e çevirdi ve kapıya doğru yöneldi.


tam kapıdan çıkarken beline sarılmış beyaz havlusu ve six packleriyle ona gayet ciddiyetsiz bir vaziyetle duran monchicihi'ye "ulan insan bir sorar paran var mı yok mu diye , minibüs param bile eksik ne ekmeğinden bahsediyorsun lan" dedi. ağlamaklı oldu , olmalıydı da çünkü ağlamaklı olmazsa moncihcihi ona bağırıp iyiden iyiye yerle yeksan edebilirdi ruhunu. insaflı çıktı monchicihi , ayakkabılıkta duran kullanılmayan kül tablasından gerekli miktarı verip yolcu etti.

Yazmıyorum


Aklımda yazacak çok şey , birikmiş pek anı , dökülmeyi bekleyen fazlaca bilgi var. Her şey iyi güzel ama ben yazmak istemiyorum , kriterlerimi çiğnemek isteyemiyorum. Yoksa buraya hakikaten yazarım , alasını yaparım ama yapma niyetim yok. Gurur yapmıyorum , hırs da değil ya da inanılmaz bir güven. Sadece kriter yaptım kendi kendime , öyle gidiyorum. Bunu niye yazdım onu da bilmiyorum , bilemiyorum.


"Siyaset yok , ideoloji yok , melankoli yok".



Not : Görsel bile içler acısı , düşün.