26 Nisan 2010 Pazartesi

Galatasaray Olmak


Ne çok konuşuldu "şike" söylentileri bu aralar. Önce zan altında bırakılan çeşitli insanlar ve daha sonra koca bir "Galatasaray Camiası" bu "pis" iftira ile imtihan edildi adeta. Bütün bunlar ufak bir rant , ucuz çıkarlar için yapıldı hemde. Evinde 2-0 galip durumdan 2-3 mağlup olduğuna bakmadan "bu maçı verir" dedi "koca?" bir camia Galatasaray için.

Nitekim maç öncesi o çok tartışılan , "neden aynı saat oynanmıyor" diye feryat edilen Kasımpaşa maçı oynandı. Hatalı bir çıkış yapan ve 0-1 biten maçın tek golü için sebep olan Murat Şahin iyi bir maç çıkarmıştı. Kimse onun için "şike yaptı" demedi ki denmesi sa.ma olurdu zaten. Sırf hatalı bir çıkış yaptığı için yaptığı onca kurtarış göz ardı edilemezdi normal şartlar altında.
Peki durum böyle ise neden oynanmamış bir maç için şike söylentileri olmuştu ? Ve daha önce şampiyonluk yarışı veren ezeli rakipleri ile şampiyonluk yarışı içinde olan rakiplerini "yenemeyen" bir camia bunu ne hakla söyleyebiliyordu ? Daha ötesi tarahi boyunca böyle "onursuz" bir eylemde bulunmamış bir takımı , evvel zaman içinde tam tersi bir hareket yapıp "satacak" dinilen maçı "rahat" kazanan bir takımı kim ne mantıkla böyle karalama yoluna gidebiliyordu ?

Galatasaray - Bursaspor maçı 0-0 bitti. Bu sezon büyüklere deplasmanda yenilmeyen , Beşiktaş ve fenerbahçe takımlarını 2-3 mağlup eden Bursaspor Galatasaray karşısında galip gelemediği gibi bir çok pozisyon verdi. Yakaladığı pozisyonları golle noktalamış olsa "birileri 'yinede' utanmadan" bir takım şeyler söyleyecekti kesinlikle ama olmadı , maç 0-0 bitti.
Peki bu söylentileri ortaya atan "insanlar" şimdi o tavırları gibi "helal olsun" diyebilecek mi ? Sanmıyorum bile diyemiyorum çünkü elbette hayır. İşte bu yüzden Türk futbolu ve bu tip "ucuz çıkarları" amaç bilen zavallı kişiler hiçbir zaman gelişim gösteremeyecek. Ve evet fenerbahçe avantaj sağlamış olabilir ve şampiyonluk yaşayabilir ama şampiyonluk değil , "duruş" baki kalır.


Teşekkürler Galatasaray , başarılar Bursaspor.

22 Nisan 2010 Perşembe

Ligue 1 ( 2 )


Ligue 1 için geçenlerde yazdığım yazı genel fikir olarak "her şey olabilir" fikri içeriyordu. Bu yazı üzerinden yaklaşık olarak 11 gün geçti ve 11 nisan 2010 günü yazdığım o yazı sonrası bir çok şey değişti Ligue 1 semalarında.

Şu an bakıldığı vakit Marsilya büyük bir avantaj yakalamış durumda. 68 puan ile birinci konumda olan Marsilya'nın en yakın rakibi Auxerre takımı ile arasında tam 5 puan fark var. 63 puan olan Auxerre , 3. sırada bulunan Lyon ile 4 puan gibi önemli bir fark açmış durumda. Yani 1. Marsilya "ilk iki takımın" şampiyonlar ligi vizesi aldığı ligi büyük ihtimalle ilk 2 içinde bitirmeyi garantiledi. Zira kalan basit bir matematik ve ufak bir mantık hesabı ile bakacak olursak 33 maçta 68 puan almış olan ve maç başına 2 puan alan Marsilya kalan 5 maç sonunda 10 puan bile alsa 78 puan olacak ve 3. Lyon 5/5 yapsa bile geleceği 74 puan sonunda en fazla 2. olmakla yetinecek.

Peki diğer takımlar ?


Bundan 3-4 hafta öncesine kadar "şampiyonluk" yarışı veren Montpellier ve Bordeaux , geri kalan haftalar sonrası 4. ve 6. ( Montpellier 4 Bordeaux 6 ) olarak yarışı sürdürüyor. Fakat Bordeaux Lorient ile deplasmanda oynayacağı maçını kazanırsa 60 puan olup 6. sıradan 3. sıraya yükselebilir. Ama burada bir sorun var ; 50 puanda bulunan ve en azından "uefa" için ufak bile olsa ümitleri bulunan Lorient evinde sadece 2 maç kaybetmiş. Bu maçlar ise "Marsilya" ve "Lyon" ile oynadığı maçlar. Yani hiç kolay olmayan bir deplasman maçı için sahaya çıakcak olan Bordeaux bu maçı kaybederse -ki evinde 6 beraberlik almış olan Lorient için en yüksek ihtimal beraberlik- 6. sıra onlar için "mesken" olabilir. Elbette Bordeaux "eksik maçı" sayesinde biraz da olsa şanslı.

Ve 3. olmak için yarış veren Lyon ;

Lyon şampiyonlar ligi mücadelesini sürdürürken Almanya'da aldıkları 1-0'lık mağlubiyet onları yaralamış durumda. Bunun dışında geçtiğimiz hafta olaylı Bordeaux deplasmanını 2-2 ile "kurtaran" Lyon önümüzdeki 2 hafta adeta "cendere" içine girecek.
Bu hafta Montpellier deplasmanı ile başlayan "zor" haftalar daha sonra içerde Auxerre maçı ile devam edecek. 27 Nisan 2010 günü Bayern Münich ile şampiyonlar ligi maçı yapacak olan Lyon 2 mayıs 2010 ve 5 mayıs 2010 günü Montpellier ve Auxerre maçlarına çıkacak. İşleri çok zor.

Ve Auxerre ;

Şampiyonluk yarışı ve 2. olabilme mücadelesi için kuşkusuz en "kilit" takım Auxerre. "Meşhur" 2 ve 5 mayıs günleri önce içerde "Marsilya" daha sonra dışarda "Lyon" maçları oynayacak olan Auxerre , bu iki maçı da kazanması halinde inanılmaz bir avantaj elde edeceği gibi "Ligue 1" onlar sayesinde yine o "karışık" günlerine geri dönecek. Zaten yoğun bir tempo içinde olan Lyon ve şampiyonluk yaşamak için sabırsızlık çeken Marsilya bu maçlardan puan kaybetmesi durumunda Auxerre avantaj yakalayacağı gibi "son şampiyon" Bordeaux da "son bir umut" içine girecek.


Neticede bir şeyler şekil almış olsa bile Ligue 1 hala çok karışık. Dünya kupası öncesi Lig 1 şampiyonu kim olur bilinmez ama dünya kupası sonrası şekillenecek "futbol anlayışı" ve hareket kazanacak olan "transfer piyasası" yüzünden seneye daha da zor bir Ligue 1 izleyeceğimiz kesin. Dolayısıyla takımlar ellerine geçmiş olan bu "şansı" iyi değerlendirip en iyi yeri yakalamak zorundalar.

21 Nisan 2010 Çarşamba

"Olmadı" Alper Tezcan


1999 yılı , Ali Sami Yen'de oynanan bir Bologna maçı...


Bu giriş son yılar içinde Galatasaray'ın uefa kupasına yürüyüşünü değil , "Alper Tezcan" isimli eski futbolcu tarafından yapılan "haber" gibi şeylerin girişi halini aldı.

Bilindiği gibi Alper Tezcan büyük umutlar , büyük beklentiler içinde forma giymesi gözlenen , arzulanan bir "genç" yetenek idi o zamanlar. Alper Tezcan ve onun gibi gençler kurtuluş olacaktı Türk futbolu için. Fakat Alper bir futbolcu için en talihsiz olaylardan birisini yaşayarak bir sakatlık geçirdi. Ayağı kırılan Alper daha sonra sakatlığı tedavi edilse bile eskisi gibi olamadı hiçbir zaman.
Peki şu an problem ne ?

Alper Tezcan'ın babası bir ara "fanatik" gazetesi ile yaptğı röportaj sırasında "vefasızlık" diye uzun uzun cümleler kurmuş. Alper'in sakalık sonrası hiç aranmadığını , tedavileri için yardım edilmediğini ve "futbol oynadığı dönem" içinde hiçbir ücret alamadığını söylemiş. Daha sonra "Emre ve Okan için vefasız diyorlar , o çocukların o zaman 500-600 milyar parası verilmemişti" diye ekliyor. Vay ki ne vay ! Olay bir noktadan sonra "Alper" olmaktan çıkıyor ve "Galatasaray tarafından yapılan vefasızlıklar silsilesi" olarak devam ediyor ! Bende devam ediyorum aynen ;

"Para ödemedikleri gibi başka bir kulübe gitmesini de engellediler" diye "baba" tezcan. Yani Galatasaray kulübü bütün işini gücünü bırakmış "Alper kazanmasın da ne olursa olsun" turlarına başlamış ! Ve dahası var , "bütün servetini" oğlu "futbolcu" olabilsin ve "Galatasaray'da oynasın" diye harcayan baba , ne hikmetse bir anda "en azından bir mesleği olsun" diye "özel" okula yazdırıyor ! 11 ameliyat için "2,5 trilyon" ödeyen Tezcan ailesi "kira" bile ödeyemedikleri dönem "özel okul" masrafı karşılayabiliyor. Tabi son taksidi ödeme şekli de pek enteresan ; "gidip taksitle kamera aldım , öğretmen'e onu verdim" !

Röportaj bu şekilde gidiyor. "Diğer tarafta hesap verirler" demeler , "Devlet tarafından verilen altınlar bize ulaşmadı , hakkımızı almak için mahkemeye gitmeyi düşünüyoruz" demeler... Zaten son olarak "uefa madalyası" satışı gerçekleştirdi Alper Tezcan , hemde "2 kişi" arasında yapılan açık arttırma ve son anda alıcı olan "3. kişi" tarafından...


Ben futbolcu değilim. 13 yaşında "2 kemiği birden" olmak üzere kolum kırıldı ve ben 4 ay sonra eski sağlığıma kavuştum çok şükür. Hadi beni geçin yakın zamanda bir "Eduardo" örneği var. Bacağı ciddi anlamda "kopma" noktasına gelen oyuncu şu an "hala" Arsenal takımı oyuncusu. İşte "kırılma" anı ;

"Eduardo"

Daha yakın örnekler vermek gerekirse , "baba" Tezcan tarafından adı kullanılan "Okan Buruk" örneği en güzel örnek sanırım. Tabi "örnek" nasıl verilirse o şekilde.
Ve son örnek yine Alper Tezcan gibi genç ve defans oyuncusu olan "Uğur Uçar". "Yetkili" kişiler tarafından yapılan bir ihmal yüzünden yaşadığı sakatlığı "mağlup eden" futbolcu şu an Galatasaray'da "oynuyor".

Kısacası , "konuşmak istemiyor" diye oğlunu "mazlum mağdur" durumuna çeken babası sonrası "konuşmayı" tercih eden Alper Tezcan , üstünden 10 yıl geçmiş ve "kendi profesyonel olmayan yaşantısı" yüzünden noktalanmış kariyeri için ve geldiği bu "olumsuz" koşullar yüzünden "suçsuz" insanları suçlamaktan vazgeçmeli. Yaşadıkları elbette üzücü şeyler ama bunları "normal" yöntemler kullanarak dile getirmeyi tercih ederse onun için çok daha iyi olur. Zira kendisinden çok daha kötü maddi - manevi durumda olan insanlar da var ama hiçbirisi bu tip bir "kampanya" içinde değil.
Kendisi hakkında "açlık grevi" yapacağı yönünde haberler çıktı tekrar. "Ailem bunları çekmek zorunda mı ?" diye bitirdiği cümlesi içinde "ailece açlık grevi için geldik" ibaresinin yer alması "ayrıca" pek çelişkili.



Son olarak futbolcu sakatlıkları , hastalıkları konusunu bu kadar konuşmuşken , gerek futbolcu kişiliği , gerek insani duruşu ve büyüklüğü sebebiyle yeri her zaman ayrı olan Sedat Balkanlı'yı rahmet ve saygı ile anıyorum.

18 Nisan 2010 Pazar

Fenerbahçe - Beşiktaş "Bir Çukur Kazma Hikayesi"


18 Nisan 2010 günü fenerbahçe ve Beşiktaş için çok önemli bir maç vardı ; şampiyonluk düğümü.


fenerbahçe henüz 2. dakika'da golü buldu ve daha sonra bir kaç fırsat yakaladı. İlk yarı bitti , ikinci yarı başladı. Ben ilk yarıyı izleyemedim o yüzden ilk yarı için bildiğim tek şey bunlar. Fakat 2. yarı sahada kazanmak isteyen , baskı kuran ve pozisyon yakalamak için çaba veren bir Beşiktaş vardı. Buldular da o poziyonu ve o pozisyon penaltı ile sonuçlandı. İşte hikaye burada başlıyor , futbol sahaları için fazla enteresan sayılacak bir olay yaşandı ;

fenerbahçe futbolcusu fabio bilica , penaltı pozisyonu içinde yer alan ve buna sebebiyet veren adamdı. Yapmış olduğu "aşırı" dengesiz hareket sonrası penaltı noktasını gösterdi Hüseyin Göçek. Fakat bir şeyler ters gidiyordu çünkü kamera yerde yatan "Uğur İnceman" görüntüsü verirken arkada "penaltı noktası kazı çalışması" yapan bir bilica vardı !
bu noktada görüntü ile konuşmak isterim ;

http://www.rerererarara.net/sozluk.php?id=368699


bilica sahalarda daha önce "hiç" görmediğimiz bir şey yaparak "penaltı noktası kazısı" yapıyordu. Ve bu yetmezmiş gibi hakemi "topun doğru yere konmadığı" konusunda uyarıyordu. Gerçekten çok ama çok enteresan , hem penaltı noktasına "çukur" kazıyor hemde "top doğru yerde değil" diye itiraz ediyor.

Neticede penaltı gol olmadı. Şaşırmadınız sanırım. Daha sonra çıkan kırmızı kartlar ve duran oyun sebebiyle maç oynanmaz bir hal aldı ve fenerbahçe maçı 1-0 kazandı.


Bunun dışında her pozisyonda yere atlayan , topları "el" yordamı kesen , gerilimi arttırmak için elinden geleni yapan fenerbahçeli futbolcular vardı sahada. Şu an ligi 2. sırada götürüyor fenerbahçe ve 1. Bursaspor ile arasında 1 puan fark var. Önümüzdeki hafta bir Galatasaray - Bursaspor , Kasımpaşaspor - fenerbahçe maçları var. "Birileri" yolu kendi yolu zannedip Galatasaray için "maçı satacak" dese bile bunun olmayacağını onlar da çok iyi biliyorlar.



Bakalım , belki haftaya "pazar günü" yeni bir "lig" başlar ?

"Öte" Adam Neill !!


Lucas !


Galatasaray taraftarı için "popescu sonrası" defans hattı hep bir soru işareti oldu. Büyük Kaptan gittiği gün zaten büyük bir problem haline gelen defans hattı , zaman içinde yapılan yanlış transferler yüzünden çok tartışıldı.

"Lucas Edward Neill" ismi ilk konuşulduğu zaman ve "imza attığı gün" arası büyük bir boşluk var. Fakat her Galatasaray taraftarı bu futbolcu için "oh be iyi oldu geldiği" demiştir. Peki ya sadece bu kadar mı ? Elbette hayır.

Neill , defans bölgesi içinde aldığı görev ve soğukkanlı "ötesi" tavrı hariç ilerde de aynı şekilde oynuyor. Türk futbol seyircisi için hiç alışıldık olmayan "çalımları" ve Popescu sonrası unutulan "oyun kurma becerisi" adeta şok etkisi yaratıyor. Şahsen ben Neill'a gelen topları "neyse problem yok" diye izliyorum. Tabi bununla kalmayan Neill birde çalım atıp oyun kurduğu zaman televizyon başında "e yuh lan artık" diye kabalaşma süreci bile oluşuyor.

Kendisi için uzun , tepsitler ve hikayeler dolu bir blog yazmayı düşünmüyorum. Aslında bu "garip" adam için bir takım garip bilgiler bulmak gibi bir düşüncem vardı ama en son oynamış olduğu "Manisaspor - Galatasaray" maçı sonrası tamamen vazgeçtim. Zira "mevcut hali" böyle olan bir adam için yazılabilecek ne "ilginç" olabilir ki ?


Hep böyle kal Neill.

Arda "Kaptan"


Bir erkek 10 yaşında ilk okul öğrencisi olduğu için meşrubat kutusunu ezip futbol oynar ders araları. Yaşı 13 olduğu vakit "kavga" başlamıştır , ilk yumruğu yer sağlam şekilde. 16 lise zamanları , tam çılgınlık dönemleri başlar ve "kavga - sevgili - alkol" ağır basmaya vaşlar yavaş yavaş. 18 ve 25 arası ehliyet , üniversite , sevgili , tatil , eğlence , iş gibi konular arasında geçer yoğun olarak.

Bir erkek düşünün , 22 yaşında "kaptan" olmuş. Gemi falan yok ortada ya da mavi bir deniz. Sarı - Kırmızı bir forma , 20 milyon küsür taraftar ve yıllık ortalama 45 - 50 maç var. "22" yaşında bir erkek için ağır bir sorumluluk , derin bir yolculuk var. Sanırım buraya kadar itiraz eden olmaz. Öyleyse başlıyoruz ;


2008 avrupa şampiyonası Arda Turan için tam bir "parlama" senesi oldu. Onun için "25 milyon euro bedel" biçenler , "Benitez istiyor" diyenler , "Aziz Yıldırım kafaya koydu" diye manşetler atanlar oldu. Arda Turan çok iyi bir futbolcu , geleceği olan bir yetenek olarak devam ettiği yolda bir anda "hedef adam" oldu. 22 yaşında , kaptan , yetenekli , karizmatik ve adam gibi adam...

Daha sonra "Kaptan" durdu ve "gemi benim kardeşim , en son ben giderim" der gibi "avrupa'da kupa kaldırmadan hiçbir yere gitmem" dedi. Liverpool , Manchester City ve daha bir çok dünya kulübü onu isterken , birileri ona "kafayı mı yedin neden gitmiyorsun" derken o "renkler ve zevkler tartışılmaz" diye ekler gibi tercih yaptı.
Taraftar ona önce "ardam" sonra "kaptan" sonra "yeni metin" dedi. 22 yaşında olan çocuk ; Metin , Kaptan , Liverpool , Özel Hayat ve Galatasaray kelimeleri arasında sıkışıp kaldı. Ve 22 yaşında olan çocuk -hani her 22 yaşında olan çocuk gibi- bir kız arkadaşı olduğunu söyledi. Gizlemedi öyle sanki "kaçıyor" gibi olmasın diye ki neden kaçması gereksin , bu çok normal bir şey değil miydi ? Sonra o çocuk "hakkı" ile kazandığı parası ile "sinema kapattırdı" sevgilisinin filmini izlemek için. Diğer "22 yaşında olan çocuklar" bilet alırken o böyle bir jest yapmak istedi. "Olmaz" dedi "ilişki müdürleri" sert bir ses tonu kullanarak ! "kaptan" diye inleyen tribün oturdu , yemedi içmedi "sinema derdinde" diye besteler yaptı. 22 yaşında olan çocuk zaten ağır olan bu yükü "hakaret" işin içine girince "kaldıramıyorum" diye bir an atmak istedi omuzlarından.

Atma çocuk ! sen o yükü atarsan , sırf 3-5 "zeka yoksunu" sana bunu söyledi diye o yükü atarsan olan senin içinde yaşayan "Metin'e" olacak. Atma çocuk , evet gitmek istiyorsan elbette git ve git zaten , kurulurken "Türk olmayan takımları yenmek" diye hedef koyan "Önderler" için git oraya ve "temsil" et bizi. Ama gözünü seveyim atma o yükü omuzlarından çocuk. Çünkü sana , çünkü temsil ettiğin onca "Gerçek" Galatasaray efsanesine yakışmaz o yükü atmak.


Yanındayız ve bu "yükü" beraber taşımak için bekliyoruz çocuk.

Rıdvan Dilmen Sadece Bir Örnek


Rıdvan Dilmen. "Şeytan" olarak tanıdık onu aslında , "Şeytan Rıdvan".

17 Nisan 2010 tarihli %100 Futbol programı , hakkında yapılan "haberler" için bir cevap bölümü içeriyordu "Şeytan" Rıdvan'ın. "Birileri" onun için "şikeci" demiş , bunları "belge" adı verdikleri bir - iki karalama üzerinden "destekleyerek" bir yerlerde göstermişti. "Şeytan" ağlamaklı gözleri ile ekrana bakıp "benim bir ailem var" dedi. "Ailesi olmak" nasıl bir şey bunu hepimiz çok iyi biliyoruz sanıyorum ? devam etti "Şeytan" ; "Çocuğum okula gidemiyor" dedi yine ağlamaklı bir şekilde. "Şeytan" ağlıyor , bir takım bireyler "hadi lan şikeci" diye diretiyordu ekran başında. ve "Şeytan" ekledi ; "Pazartesi günü saat 11'de bekliyorum , elinizde benimle ilgili ne kadar belge varsa alıp gelin , orada olacağım. Eğer suçlu isem bırakırım bu işleri" diye ekledi "Şeytan".

Bu ülke iftira atmak , yalan haber yapmak ve "ufak" çıkarlar adına "büyük" zahiyat vermek için inanılmaz uygun bir ülke. Birisi için ciddi ciddi "namussuz" demek ( ki namus çok enteresan bir kavram oluyor bu durumda ) belge gerektiren bir iş değil adeta. Yani "namussuz olmayan" birisi için "namussuz" demek "namussuzluk" sayılmıyor. Ve niceleri , iftira ile imtihan edilen , daha sonra "suçsuzluğu" kanıtladığı için "aklanan" nice Türk vatandaşı.
Bugün hiçbir taraftar , hiçbir insan Rıdvan Dilmen için , yani "Şeytan" için "sessiz" kalmamalı. Bırakın "haksız" görmeyi "sessiz" kalmak bile büyük bir ayıp bugün. Dün Ahmet , bugün Rıdvan ve yarın Hakan...

Bugün hepimiz "Rıdvan" , hepimiz "Şeytan"...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Futbol Kültürü


Sezon başı 100 kişi bulup sorsanız sanırım en az 80 tanesi "Real Madrid en az 2 kupa alır" diye cevap verirdi 2009-2010 sezonu için. Fakat işler hiç öyle beklendiği gibi gitmedi. Real Madrid önce sansasyonel bir şekilde Ispanya Kral Kupası , daha sonra Lyon tarafından Şampiyonlar Ligi dışında kaldı. Kadrosunu Cristiano Ronaldo , Karim Benzema , Kaka ve Arbeloa gibi yıldızlarla güçlendiren Madrid , "Barnebau Finali" için yaptığı bunca "hazırlık" sonrası Şampiyonlar Ligi finali için beklemeye başlamıştı. Şu an sezonu en azından 1 kupa ile kapatmak için mücadele veriyorlar.

Gelelim işin diğer bir yüzüne ;


Galatasaray sezon başı anlaştığı Frank Rijkaard ve yıldız futbolcular sonrası "kesin şampiyon" olarak başladı Turkcell Süper Lig'e. Avrupa için "zor değil aslında" deniyor ve Türkiye Kupası işin "cilası" olarak görünüyordu. Galatasaray Avrupa Ligi ve Türkiye Kupası kulvarlarını boş geçti. Lig yarışı zaman içinde kaybolurken Galatatasaray kimileri için "ruhsuz" kimileri için "başarısız" olarak nitelendirildi.

Fark ise şurada başlıyor ;


Galatasaray taraftarı "kazanılan bir maç sırasında" protesto gösterisi yaparken Real Madrid taraftarı sessiz kalmayı tercih ediyor. Bakıldığı zaman 100 milyon £ eden bir takım ve 500 milyon £ eden bir takım başarısızlık sonrası aynı tepkiyi bile almamalı gibi düşünülürken "Futbol" ve "Kültür" işi bu noktada farklılaştırıyor.



Ben yazımı "müthiş" bir taraftar şovu , gerçek bir "taraftar" görüntüsü ile bitirmek istiyorum. Sırf bu yüzden bile güzel olan bir takım ve müthiş taraftarı ; Liverpool.


http://www.youtube.com/watch?v=0nfFi-_Hb2A

Türk Hava Yolları ve Barça Hava Yolları


Aralık 2009 gibi imzalanan "özel global sponsorluk anlaşması" ile Barcelona Fc'nin "resmi taşıyıcı" olan Türk Hava Yolları , bu birlikteliği müthiş bir reklam filmi ile süsledi. 'We are Turkish Airlines, We are Globally Yours'' sloganı ve "tam kadro" Barcelona futbol takımı olarak izlediğimiz reklam "klasik" bir son hamle ile bitiyor. Elbette amaç "inanılmaz bir kurgu" olması değil ve bu hali gerçekten güzel olmuş. Çekimler İstanbul ve Barcelona'da tamamlanmış. Ayrıca dikkat çeken bir nokta da "Guardiola" ve müthiş karizmatik bakışı.

Bu arada eklemek lazım ; reklam'da kullanılan müzik Sertap Erener'e , beste Nil Karaibrahimgil'e ait.


Türk Hava Yolları ve bu kurumsal başarısı tebrik edilesi gerçekten.



Reklam Filmi : http://vimeo.com/10841471
Kamera Arkası : http://vimeo.com/10840288

11 Nisan 2010 Pazar

Tribün ve Mantık


bundan yıllar evvel "ultrAslan" kurulduğu zaman herkes büyük beklentiler içine girmişti. Zaman içinde yapılan müthiş koreografi örnekleri , tezahüratlar ve takım bilinci sayesinde benzerleri ile arasında büyük bir fark yarattı ultrAslan. Işte bu fark için "son gün" 11 nisan 2010 günü oynana Galatasaray - Diyarbakırspor maçı oldu.

Maç güzel başlamış , dostluk ve destek mesajları verilmişti. Hatta taraftar tarafından yapılan "ters pankart" protestosu da güzel bir düşünce olmuştu. Fakat maçın 5. dakikası ( saat 19:05 olduğu an ) o an'a kadar suskun olan taraftar bir anda "protesto" dolu tezahüratlar yapmaya başladığında işler değişti. Ardından gelen goller ve Baros&Keita ortaklığı hiçbir şeyi değiştirmedi. Taraftar daha öfkeli , futbolcular daha üzgün olarak bitti ilk yarı.

İkinci yarı yapılanlar ise akıl alır gibi değildi. Peş peşe gelen 2 gol sonrası bile devam eden protestolar mantıksız , Arda Turan protestosu anlaşılmaz derecede saçma oldu. Bir Galatasaray taraftarı olarak müthiş bir utanç yaşadım özellikle ilk yarı. Takımını sadece "kazandığı zaman" destekleyen ve kendisi için "taraftar" diyebilen insanlar ve ben aynı tarafı tutuyor olamazdık. Sanırım bu şekilde düşünen binlerce ve hatta milyonlarca Galatasaray taraftarı da vardır.

Netice şu ; Türkiye bir çok anlamda geri bir ülke. Futbol ise bizim için bir keyif , mutlu ya da mutsuz olacağımız bir hadise olmaktan çıkmış ; "beyin" ve "mantık" kullanmamak için uğraşımız olmuş bir eylem haline gelmiş. Bugün burada yapılan bunca mantıksız eylem yarın Galatasaray şampiyon olursa yerini nasıl bir eylem ile değiştirecek çok merak ediyorum. Henüz bitmemiş olan ve 6 haftası daha bulunan lig bittiğinde 1. sırada Galatasaray olursa ne olacak , bu tepkiyi veren "taraftar" hangi "sıfat" altında "sevinecek" çok merak ediyorum.


Yazıklar olsun.



Not : Eklemeden olmaz. Inanılmaz bir eleştiri alan ve "taraftar" olmamakla suçlanan "Numaralı Tribün" bugün adeta "kapak" niyetinde bir performans sergiledi. Sonsuz tebrikler sunuyorum.

Ligue 1


Bu sezon en çekişmeli ve en değişken lig kuşkusuz Ligue 1. Sürekli olarak değişen lider ve ilk 5 sıra , tahmin yapanları yanıltmak için adeta yarış veriyor.

Sezon başında son şampiyon Bordeaux yükselişi ve istikrar dolu performansı sebebiyle favori gösterilirken , geçen sezon ligi 2. bitiren Marsilya ve son 10 yıl içinde gerek fransa gerek avrupa üzerinde müthiş bir grafik yakalayan Lyon takımlarına diğer favori ekipler olarak bakılıyordu. Oysa şu an 32. haftası tamamlanmış olan ligi Marsilya 59 puan'la lider götürüyor. En yakın rakibi olan Montpellier 58 puan. Tabi şöyle bir durum söz konusu ; Montpellier 32 maç oynamış Marsilya ise 30 !! Son şampiyon Bordeaux bugün PSG karşısında 3-1 mağlup olmasına rağmen 30 maç ve 56 puanda. Auxerre 31 maç 57 puan ile avantajlı gibi gözükse bile yine 31 maç ve 57 puan almış olan Lyon'da çok önemli bir avantaja sahip. Tabi bunlar bir yana , 31 maç 54 puan olarak şampiyonluk şansı en düşük gözüken Lille bile bir sürpriz yapabilir.

Bütün bunlar olurken son 2 maçını da kaybeden Bordeaux ve geçen hafta evinde oynadığı maçı kazanamayan Auxerre ; yine evinde oynadığı maçta Monaco ile berabere kalan ve son oynadığı maçta tekrar bir beraberlik alan Montpellier göz önüne alındığı zaman bu lig için kalan 6 hafta adına yorum yapmak da zorlaşıyor.

Sezon bittiği zaman şu an 6. sırada bulunan Lille şampiyon olur , 2. sırada bulunan Montpellier Avrupa Ligi vizesi bile alamazsa kimse bunun için "sürpriz" diyemez. Yine de benim tahminim Marsilya'nın ligi şampiyon bitireceği ve Lyon ya da Bordeaux'nun Şampiyonlar Ligi vizesi alacağı yönünde. Vize zor iş , o ayrı.

"El Clásico" Barça !!


Geçen sezon Barnebau'da kazanan Barcelona , bu kez onca teori , Real Madrid baskısı ve "artık olmaz" diyen yorumcu kişilere rağmen 0-2 gibi güzel bir skor ile dönüyor Camp Nou semalarına. Müthiş formu giderek artan ve "durdurulamaz" bir hal alan Barça , Pedro ve Messi gibi iki yıldızı -ki elbette Messi için ayrı bir parantez açmak lazım- tarafından atılan iki mükemmel gol sayesinde 77-77 olan puan durumunu 80-77 Barça lehine çevirdi. Bu şu demek oluyor ; 31. hafta maçı olan Real Madrid - Barcelona maçı sonrası ispanya ligi şampiyonluğu için Barça daha avantajlı bir konuma geldi. Ayrıca ispanya ligi şampiyonluğu kazanılamazsa, 200 küsür milyon £ gibi paralar harcayarak transfer yapan Real Madrid sezonu kupa kaldıramadan tamamlayacak. Tabi Real Madrid bu başarısız sezonu yaşarken ezeli rakibi Barcelona Santiago Barnebau'da "Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu" için mücadele edecek. Buna ek olarak lig şampiyonluğu da cabası.

Alcorcón hezimeti ve Lyon şoku sonrası Real Madrid taraftarı için "isyan" niteliği taşıyabilecek bu derbi ayrıca "Messi vs Ronaldo" savaşı için de bir referans olmuş durumda.


Söylenebilecek 3 şey var ;

Transfer her şey değil
Barcelona durdurulamaz
Messi = C.Ronaldo x 5 !!

9 Nisan 2010 Cuma

Winning Eleven ve Tarih


Çok uzun zaman önce başladım Winning Eleven oynamaya. PS 1 zamanları , şans eseri edindiğim "Winning Eleven 3 : Final Version" ile başlayan yolculuğum "Pes 2010" ile devam ediyor. Aslında o günler aldığım keyif ve o dönem yaşadığım "Oyun Hazzı" artık mevcut değil. Hayaller kısıtlı , beklentiler küçük olduğu zaman , sırf "saçı" yüzünden Zidane olduğuna inandığım Winning ile yüzünde bulunan yaralar bile modellenmiş olan Ribery arasında "Fransız" kalma durumu olabiliyor.

Winning Eleven o zamanlar oyun içi aksiyonlar , seyirciler ve hatta spiker olarak bile eksikleri olan bir yapım idi. Tabi bu "Kısmı Japonca" sökmüş bir neisl için geçerli değil. Şahsen 4 yıl öncesine kadar mevcut bulunan "Japon Spiker" daha güzel bir anlatım sağlıyordu.
Zaman ilerledikçe PS 2 grafikleri ve daha sonra PS 3 mucizesi ile graifk yapılanması , oyun içi gerçekçilik ve taraftar tepkileri de değişti. Fakat hesap edilmeyen şey şu oldu ; amatör ruh.

Winning Eleven bugün Pro Evolution Soccer adı altında yaşamını sürdürüyor. Seri için çıkartılan son oyun olan "PES 2010" ise beklentiler için iyi bir karşılık olamadı. "Amatör Ruh" kaybolmaya başladıkça beklentiler yükseliyor ve bu beklentiler Konami tarafından farklı şekilde cevaplanıyor. Kısacası Konami her oyun sonrası "Fifa" gibi olmaya başlıyor. Oysa "Winning" kitlesi daha özgün ve farklı bir kitle olarak "gönüllü savaşçı" mantığı güderek devam etmeyi tercih ediyordu.

Aşağıda "Winning Eleven History" olarak isim verebileceğimiz , kronolojik bir video var. İlk serileri bilen ve oynayan insanlar için "Hüzün" yaratabilecek olan bu video beni hüzünlendirmek için gayet yeterli bir hatıra dalgası oluşturmuştu.

Not : Jorge Campos'a selam olsun.


http://www.youtube.com/watch?v=L8TaLIoESYg

Alternatif Medya ve Yazarlık


Bundan 15 yıl önce , ülke "internet" ile tanışmış/tanışmamış. O zamanlar bütün haberleri , yorumları , arkadaşlık ve hatta aşkları bile "olması gerektiği" gibi yaşayıp sosyal bir hayat sürerken...


İnternet öyle bir deniz , öyle bir kumsal olmuş ki ; bireyler ve hatta kurumlar kendi çıkarları için bunu kullanmaya noktasına gelmiş durumda. "Yazabilme" özgürlüğü ve "ulaşabilme kolaylığı" sayesinde herkes bir şeyler yazıp kendi fikirleri için bir ortam hazırlıyor. Şu an benim yaptığım gibi bir blog sayfası , twitter hesabı ya da facebook gibi paylaşım yapılabilecek her site insanlar için "yazabilme özgürlüğü" ortamı doğuruyor.

Peki bu güzel bir şey mi ?

"Herkes" yazabildiği ve ulaşabildiği zaman müthiş bir kirlilik oluşmaya başlıyor. Hiçbir birikim yahut zeka parıltısı taşımayan bireyler sırf bu "özgürlük" ve "ulaşabilme" gücü sayesinde saçma sapan yazılar yazarak gündem oluşturabiliyor.
Misal benim takip eden 1500 internet kullanıcı olsa buraya yazdığım her kelime , her harf bir hitap gücü yaratabilir. Zaten sosyal ilişkileri hiç iyi olmayan bir toplum olarak bu "ego" , basit ve uğraşsız bir yol sayesinde bireyleri "önemli gibi" yapmaya yetiyor.


Söz meclis falan dinlemez , bilen bilir.

Mynet Spor "Niteliksiz Haber Merkezi"


Mynet hemen herkes tarafından bilinen ve günlük kayıtlı kullanıcı sayısı hayli fazla olan bir internet portalı. Fakat mynet bütün bunlar için sorumluluk hisssetmek yerine tam tersi bir hareket yaparak "Niteliksiz" haberler yayınlama konusunda ısrar ediyor.
En son örneği aynen yazıldığı gibi koyuyorum ;



Fenerbahçe başkanı, Türk futbol tarihinin en büyük yerli transferini gerçekleştirmek için pusuda bekliyor.

Fenerbahçe, yıllarca konuşulacak müthiş bir transfer harekatına hazırlanıyor. Bizzat başkan Aziz Yıldırım'ın planladığı ve atılacak her adımı belirlediği müthiş operasyonun hedefindeki isim, Galatasaray kaptanı Arda Turan'dan başkası değil.

İŞTE YILSONU SÖZLEŞMESİ BİTEN FUTBOLCULAR

Arda'nın son dönemde Galatasaray'da yaşadıkları, Aziz Yıldırım'ın yıldız futbolcu için yeniden harekete geçmesine neden oldu. Özel hayatı nedeniyle eleştiriler almaya başlayan Arda'nın, artık huzursuz olduğunu söylemesi ve Galatasaray'dan ayrılıp yurt dışına gitmek istediğini vurgulaması üzerine Yıldırım hemen düğmeye bastı.

Arda'ya ödeyeceği parayı bile hazırladığı öğrenilen Fenerbahçe başkanının, resmen harekete geçmeden önce, transfer için şartların tamamen olgunlaşmasını bekleyeceği de belirtildi. Emre Belözoğlu'na olduğu gibi Arda'ya da Fenerbahçe forması giydirmeyi çok isteyen Aziz Yıldırım, öncelikle Galatasaray Başkanı Adnan Polat'a konuyu açacak. Artık genç futbolcudan desteğini çeken Polat'ın, "Parasını veren istediği oyuncuyu alır" görüşünü taşıdığı ve bu nedenle de transfere "Hayır" demeyeceği görüşü hakim. Yıldırım, Polat'tan sonra konuşacağı Arda'yı ise kolay ikna edeceğine inanıyor.

Geçen yıl Polat'tan resmen istemişti Aziz Yıldırım, 23 Haziran 2009'da bir yemekte bir araya geldiği Adnan Polat'tan Arda'yı resmen istemişti. Büyük yankı uyandıran ve günlerce gündemden düşmeyen o konuşmada Yıldırım, Polat'a "Sana bir teklif yapıyorum. Arda'yı bize ver, hemen hesabına 'cash' 15 milyon euro yatırayım. Hangi kulüp önermiş sana bu kadar parayı? İstersen yanında oyuncu da veririm" demişti.




Bahsi geçen haberde "Arda'ya tepki" olduğu , "Adnan Polat'ın desteğini çektiği" ve Arda'nın artık huzursuz olduğu yazılmış. Ayrıca anlatım şekli itibariyle olay bir "görgü tanığı" tarafından yazılmış gibi duruyor.
Benim asıl merak ettiğim nokta şu ; bu haberler yazılırken ne içiyorlar ?

Clash Of The Titans - 3D'lerin Savaşı




Son vakitler bir 3D furyası ki gidiyor. Real D 3D , xPanD 3D , Aslında TamDeğil 3D derken "3D" bile tek başına iktidar olmuş durumda.

Bu konu üzerine yazacaksam elbette "Avatar" üzerine de yazmak zorunda hissediyorum. Malum "Oscar" törenleri geldi ve geçti. Bu sene de her sene olduğu gibi bütün bir dünya olarak "En İyi" olan film şeylerini takip etmek adına Oscar takibi yaşamaya başladık. En iyi yardımcı , en iyi erkek , en iyi kadın oyuncu derken "En İyi Film" ödülü için herkes "Avatar" filmini favori gösterirken "Akademi" yine politik bir hamle yapıp bu ödülü "The Hurt Locker" filmi kazandı dedi.
İşte tam bu nokta "3D'lerin savaşı" için büyük bir hamle oldu. Bilmem kaç milyon dolar gelir elde eden "Avatar" , ödül açısından biraz "Züğürt" kalmış olsa bile "Maddi" doyum için bir anahtar olarak farkı açmaya başladı.

Bugün sinema bir Charlie Chaplin sivriliği , bir Stanley Kubrick titizliği ile yol almasa bile bir James Cameron yatırımcılığı sayesinde çok farklı bir nokta kazanmış durumda. Sinema artık "Ne kadar koyarsan o kadar alırsın" düsturu ile hareket ediyor. Yapımcılar değer kazanırken yönetmenler "Sanat" yapmak gibi dertler taşımayı unutmuş durumda.


Ve başlık ;

Titan ya da benzeri "Uydurma" şeyler benim fazla ilgimi çekmiyor. Ayrıca bahsettiğim bu "3D" konusu bir sinema tutkunu , yönetmen olabilitesi olan bir sanat yanlısı için hiç hoş karşılanır bir hadise de değil. Bu sebep yüzünden Titan savaşları benim için kapital bir heves olarak kalıyor ve film için "Süper" yorumları yapan , gidilip görülmesi için baskı uygulayan "Gönüllü 3D Savaşçıları" benim için birer detay olarak kalıyor.

"El Clásico"




Türkiye ligi dahil hemen her lig derbileri için kullanılan , yayın organları tarafından benzetmeler yapılan "Gerçek El Clásico" geldi çattı.

Barcelona oynadığı futbol ve organizasyonlar içinde bulunduğu yer açısından daha avantajlı ve favori olarak gösteriliyor. Messi , Iniesta ve Xavi faktörleri Barcelona için bir artı olarak gösterilirken Real Madrid için Ronaldo , Higuain ve Benzema faktörleri söz konusu.

Geçen sezon Bernabéu'da oynanan maçı 2-6 gibi sansasyonel bir skor ile kazanan Barcelona için bu sezon bunu tekrarlamak biraz daha zor gibi gözüküyor. Zira Şampiyonlar Ligi finali için hedef koydukları Bernabéu , Real Madrid için bu sezon alınabilecek tek intikam olarak gözüküyor.

Real Madrid'de Pepe yok , Drenthe ve Kaka ise şüpheli. Barcelona'da ise Abidal forma giyemeyecek ve Ibrahimovic büyük ihtimalle maça yetişemeyecek. Bu eksikler -özellikle Ibrahimovic- skoru etkileyecek kadar önemli olsa bile biz futbol tutkunları için seyir keyfi çok yüksek ve bol gol olacak bir maç yaşanacağı kesin.


Eklemden yapamam ; Bernabéu'da oynanan son 5 maçın 2'si Barcelona 3'ü Real Madrid galibiyeti ile bitmiş. Bu 5 maçta "iddaa" jargonu ile 4 maç üst biterken , arada sadece 2-0 biten bir Real Madrid galibiyeti var.


10 Nisan 2010 Cumartesi TSİ 23.00'da başlayacak maç Ntv'den naklen verilecek.

Messispor


"Tek başına takım" diye bir tabir vardır ya , heh işte o tabir tam olarak Messi için kullanılmış.

Şampiyonlar Ligi , İspanya Ligi , Arsenal , Real Madrid gibi ayrımlar yapmadan gol ve asist firesi vermeden devam ediyor Leo" Messi. 300 milyon £ olarak belirlenen bonservis ücreti kimileri için "Çok Fazla" olarak nitelendirilirken kimileri "Az Bile" diye yorumlar yapabiliyor. Ben "Az Bile" diyen kesim içinde yer alıyorum. Bu adam ve verdiği keyif , sağladığı katkı 300 milyon £ ile ölüçülür bir şey değil.

Fakat kendisi için çok büyük bir tehlike söz konusu ; "Yok Et" komutu ile programlandırılmış rakip defans oyuncuları. Şahsen ben bu korku ile izliyorum bütün "Messispor" maçlarını. Umarım bu korkum gerçek olmaz.