31 Temmuz 2012 Salı

The Dark Knight Rises




Batman , çizgi roman serileri içinde hikayesi ve yarattığıyla algıyla farklı bir yere sahip. Önceleri Tv şovlarıyla başlayan uyarlamaları sonralarında yer yer başarısız , bazen etkili projelerle sinemaya girdi.
Bugüne dek pek çok yönetmenin yorumuyla sinemada izlediğimiz Batman’in bana kalırsa asıl hikayesi 2005 yılında başlıyor ; Batman Begins. Hızlıca konuya girmek istiyorum.

Nolan Geliyor

Christopher Nolan’ın yorumuyla daha dramatic , yalnız ve bazen acınacak durumda olan bir Bruce Wayne izleyerek başladık. Son dönem uyarlamalarında yönetmenlerin original hikayelere tamamiyle bağımlı kalmamasını inanılmaz bir avantaja çeviren Nolan , serinin ilk filminde harika bir işe imza atarak temeli attı. Daha sonrası zaten hemen hepimizin bildiği gibi ; “The Dark Knight


Fenomen : Joker

İlk filmden bahsederken elbette ilk akla gelen Heath Ledger’ın inanılmaz performansı. Daha önce Jack Nicholson gibi bir uzmanın hayat verdiği bir karakterin üzerine çıkmanın tek yolu o karakteri revize etmek olabilirdi sanırım.  Tabi bu noktada yaratılacak imaj ve verilecek algının önemi çok büyüktü. İşte bütün bunları en iyi şekilde analiz etmiş olan ekip , Joker’i öyle bir tasarladı ki neredeyse film bile ikinci planda kaldı.




Yükseliyor

Bütün bunların sonunda bu kadar başarılı iki filmden –özellikle ikinci film- sonra yapılacak final kusursuza en yakını olmalıydı. Herkes Nolan’ın tercih edeceği Villain kim olacak diye merak ederken Nolan tercihini Bane’den yana kullandı.
Çizgi roman geçmişini bir kenara bırakacak olursak , Bane daha önce başarısız bir denemeyle Batman filmlerinde (çok kısa bir süre bile olsa) görülmüş ve adeta hayal kırıklığı yaşatmıştı. Orada resmedilen Bane tamamen beyinsiz bir kas yığını olarak tasarlanmış ve çizgi romandan kopya edilmiş bir kostümle başarısızlığı pekiştirilmişti.


Oysa Nolan’ın kafasında yarattığı Bane ise kuvvetli , zeki , sadık ve öfke doluydu. Çizgi roman serisinde olduğu gibi --ufak bir spoiler (Batman’ın belini kırarken de) ufak bir spoiler—tamamen Batman’i zorlayacak bir düşman olmayı başardı.
Filmi herkes gibi 4 yıl beklemiş olmakla birlikte çıkış tarihinin dedikolularını duymamın üzerinden 1 yıl geçmişti. 2 günlük şehir dışı tatilimi yarıda kesip geldiğim The Dark Knight Rises beni fazlasıyla memnun etti. Fakat tartışılan belli başlı konulara da kendimce bir açıklama getirme hissine kapıldım.
Bane’in Joker ile kıyaslanması , Gotham City’nin fazla ‘aydınlık’ olduğu , Kedi Kadın ve Batman ilişkisi , Robin ve diğerleri…



Eleştiriler

Tim Burton’ın Batman yorumu tamamen çizgi roman çizgisinde gitmişti. Neticede animasyonların , Gotik çizgilerin ve karamsarlığın adamı olarak Tim Burton’ın –hiç sevmesem bile- bu konuda hakkını vermek gerekir. Fakat sinema uyarlamasında yönetmenin olaya gerçekçi bir bakış açısıyla iyi bir yorum katması şart. Bu noktada Nolan’ın Gotham City portresi karanlığı kaostan yakalıyor. İnsanların çaresizliği , yıkım ve anarşinin büyüklüğü , Batman’in ‘şehrini’ kurtarmak konusunda yetersiz kaldığı noktalar seyriciyi de o umutsuzluğun içine sürüklüyor. Zaten bu noktada Batman’in kostümünden araçlarına , evinden yaşam tarzına kadar her şey bizi o karamsarlığa itti.


Bane karakteri ise benim uzun yıllardır izlediğim en başarılı 2-3 Villain içinde. Elbette Joker’le kıyaslamak mümkün değil fakat böylesine içerikli ve ince işlenmiş bir filmi ‘Joker yok’ diye yorumlamak fazlaca sığ bir hareket. Buna rağmen Bane’in fiziksel şiddete meyyali , ürkütücü görüntüsü ve konuşması –en azından beni- bütün bir film boyunca gerdi.
Filmin adı The Dark Knight Rises olmasına rağmen özellikle şehrin kaosu en sık yaşadığı sahnelerde Batman’i ve hatta Bruce Wayne’i neredeyse hiç görmüyoruz.  Bu noktada filmin çok fazla karakter üzerine dağıtıldığını ve bu konuda gayet başarılı olduğunu söylememek olmaz. Keza filmin sürprizleri de bu iddiayı kanıtlıyor.

Daha fazla uzatmak istemiyorum , ilerde efsane bir seri olarak hatırlanacak bu üçlemenin finalini 1 saat bile geç kalmadan gidin ve izleyin.