Yazmayayım dedim , olmaz dedim sonra kendi kendime. Çok sinirlendiğim , pek can sıkıcı bir haber ile başlayan koca gün hala devam ediyor. Bitmeden yazmam gerek , kurtuluş yok.Futbol...Basit oynanır , basit oyundur çünkü. Futbol ,
11 kişi ve diğer 11 kişi arasında bir top vasıtasıyla oynanır.
Kale vardır , büyükçe
3 direk ve ortasından geçince top "gol" olur. İşte o golü rakibinden fazla atan daima kazanır , daima başarılı olur.
Bu kadar basit aslında ,
top oradan geçecek...
Peki
futbol bu mudur gerçekten ? İşin içine
endüstri kavramı girdiğinden beri ;
altyapı , stad , astronomik paralar ve transferler , milli takım kavramı ve daha pek çok şey. Futbol
sadece 6 harf ile ifade edilebilir mi ? Futbol ?
Neden buradan aldım yazıyı ? Direkt olarak istediğim yere gelip "Rijkaard'ı kimse anlamadı" diyemez miydim ? Diyemezdim , diyemezdim çünkü iş ne sadece Rijkaard ne sadece Futbol.
Türkiye enteresan ülke , hisli ülke Türkiye. İnsanlar
duygularını kullanan ve
onları sevindiren/üzen insanları dikkate alırlar daima. Türkiye
"şimdiki zaman" ile çalışır ve kimse bize
"gelecek" hakkında bir şey öğretmez edebiyat sayfalarında. Hep şu söylenir ;
"geçmişini bilmeyen geleceğini bilemez". Peki
bugünü hep dün gibi yaşayan geleceğini şekillendirebilir mi ?
Galatasaray Türk futbolu için kabul edin/etmeyin , daima
lokomotif görevi görmüştür.
Avrupa kupaları , futbolcu yapısı , teknik heyet kavramı ve en önemlisi altyapı.
Galatasaray'da ne
Beşiktaş ne
Fenerbahçe tarihi boyunca olmayan şeyler vardır ;
14 sene şampiyonluk hasreti , 100. yılını şampiyon tamamlayamamak , ezeli rakibine karşı deplasmanda uzun yıllar galip gelememek gibi. Peki bunlar
iyi midir ,
iyiye işaret midir ? Kimisi hayır der kimisi evet ama bunlar Galatasaray'ı yıllar yılı
Türkiye'nin en başarılı futbol kulübü yapan temel taşlardır. Galatasaray hiç
bugünü düşünmez , hep
gelecek için plan kurar.
Fatih Terim çıkıp gelir ,
başarısız geçen bir dönemin sonunda
"her şey güzel olacak" der ve ardından
eşsiz başarılar kazanılır. Bunları bilmeyen yoktur , o
4 seneyi duymayan kalmamıştır. Yahut
Uefa Kupası...
İşte Galatasaray böyle bir camia idi ,
idi. Bundan çok kısa bir dönem önce
-ki bu rahmetli Özhan Canaydın'ın gidişine tekabül eder- başlayan
çarpık bir
"sığınma" politikası koca bir Galatasaray dönemini
bitirme noktasına getiren ,
gerileme dönemini başlatan hareket olmuştur. Evet ,
Adnan Polat yönetimi ile başlayan bu süreç Galatasaray'ı
vasıfsız futbolcular ve
sabırsız yöneticiler ile dolduran süreçtir.
Doğal olarak isyan eden bir taraftar ve sürekli
düşen bir grafik.
Basın yazar , bakmayın onların dediklerine. O gördüğünüz ve bugün
"tek koz" olarak ayakta duran
Seyrantepe bir
Adnan Polat değil ,
Özhan Canaydın emeği. Bugün artık elinde
hiçbir koz kalmayan Galatasaray yönetimi tarafından
"oyuncak" edilen o koca stad olmasa bu yönetim dönüp
"ama şu var" diyecek
hiçbir şey vermedi Galatasaray'a.
Madde madde yazmak gerekirse ;
*
Arkasında durulacağı defalarca söylenen Frank Rijkaard , Kadiköy'de oynanacak bir Fenerbahçe derbisi öncesi kovuldu
*
"Küçük Real Madrid" gibi
anlamsız bir sıfat altında kurulan Galatasaray kadrosu ;
top becerisi düşük ve disiplin seviyesi yerlerde oyuncularla donatıldı
* Transfer çalışmaları hep
gizlilik ve nihayetinde başarı ile sonuçlanan ,
genç ve taraftarın hayran olduğu Haldun Üstünel istifa etmeye zorlandı , yerine
Adnan Sezgin getirildi
*
Türkiye 1. Futbol Ligi 8. haftası bittiğinde Galatasaray
4 galibiyet 4 mağlubiyet alarak
9. sıraya yerleşti
*
Taraftar isyanda , sportif bir başarı olmadığı gibi
diğer alanlarda da hiçbir gelişme yok* Diğer branşlar
içler acısı duruma geldi
Bütün bunların yanında Adnan Polat
"gerekirse fenerbahçe maçına teknik direktör olmadan çıkarız" diyerek
son damlayı boşalttı.
Peki
Rijkaard ? Bu adam
neden geldi , neden gönderildi ?
Geldiğinde
"devrim" diyerek getirilen bir adam , giderken
"gidişi devrim" olarak nitelendirilen bir adam haline nasıl geldi ? Anlatıyorum ;
Dünya'nın en iyi aşçısına gidip şöyle diyorsunuz ;
"bana mükemmel bir pasta yap". Aşçı size
"un" soruyor ;
kalitesiz olanı veriyorsunuz ,
"toz şeker" diyor
küp şeker veriyorsunuz ,
"çikolata" istiyor siz
"yok" diyorsunuz ,
"bari krema ver" diyor siz
"tarihi geçmiş ama al bununla yap" diye
geçiştiriyorsunuz. Pasta bitiyor ,
ilk çatalı aldıktan sonra tükürüyorsunuz ve
"sen bu işi yapamadın hoca" diye kovuyorsunuz adamı. Kusura bakmayın ama
sizin niyetiniz pasta yemek değil , pastayı satmak.
Sattınız , biz de yedik , aşçı iyi diye yedik. Şimdi
pasta yapmasını bilenler , işi
biraz olsun anlayanlar sebebin aşçı olmadığını anlar.
Güle güle Aşçı , en iyi pastanı yaptığın zaman bize de bir çatal ayırman dileğiyle.