30 Ağustos 2010 Pazartesi

Ekmek - Bir Psikolojik Savaş Hikayesi-


Her sabah evin önünden geçen "başarısız" Godfather korna sesli araç yine aynı umarsızlıkla evimin önünden geçiyordu. Hayatımın sanırım son 2 yılını bu korna sesi ve sosyolojik yansımalarının etkilerini düşünerek geçirmiştim. Her sabah aynı ses , aynı öfke.

Bu sabah diğerlerinden biraz farklı gibiydi. Ruh hastası olduğuna inanılmaz seviyelerde ikna olduğum üst komşum ve uluslararası kimliğimi adeta tek başlarına var etmiş olan ingiliz komşularım "gürültü" kavramını yeni boyutlara taşıyorlardı. Artık saat sabah 6.00-6.30 arası çoşkulu bir "günaydın türkiye" sesi duymamak beni mutsuz ediyordu. Korkarım bu bende bir tutku , bir komşuluk "ritüeli" oluşturmuştu.
Saat 6.45 olduğunda ekmek almak için evden çıktım. Asansör denen "medeni" alet beni yürüyerek inebileceğim zemin kat'a yaklaşık 4 sn erken indiriyordu. Benim bir tempo ayarsızlığım var fakat asansör asla duyguları ve performansı ile hareket etmiyor. Tabi bozulmadığı zamanlarda.
Asansörle ulaşmış olduğum zemin kat beni apartman görevlisi Rıza Bey ile karşı karşıya getirdi. Bilmiyorum ama apartman görevlisi için Rıza çok kesin ve tematik bir isim. Gerçi Rıza Bey'in mertebe atlaması için ihtiyacı olan tek şey adının başına alacağı bir "Ali" olabilir ama bu kendisi için fazla iddialı olabilirdi. Tam bilmiyorum.
Apartman kapısından çıktıktan sonra gördüğüm manzara beni şok etti. Karşımda çok sevdiğim , duygularımı emanet ettiğim sevdiceğim vardı. Sevdiceğim çok alaturka , fazla efendi bir söz biliyorum. Ama kendisi ve bana yaklaşımı o kadar naif boyutlarda ki başka bir sıfat düşünemiyorum. Bana ondan duymaktan en az haz aldığım kelime olan "Sürpriz" kelimesini seçmişti. Sanırım saat 6.47 için en iddia dolu ve en sıkıcı cümle bu. Anlayamadığım bir şekilde kadınlar bunu çok iyi yapıyor. Kendisine hiç samimi olmayan bir "Aaa" şaşırması ile karşılık verdim. "Aaa" şaşırması inandırıcılığını ilk ve büyük "A" sonrası uzayan diğer küçük "a" harfleri ile alıyor. Bunu bana özellikle "Sürpriz" kelimesi öğretti.
"Sürpriz" ve "Aaa" lar bittikten sonra beraber ekmek almaya doğru yola koyulduk. Yola koyulmak ile yulaf ezmesi çok benzer gibi geliyor bana ama hiçbir ortak noktaları olmaması çok enteresan. Sevdiceğim ve ben ekmek almak için bakkal kapısından girdiğimizde bir gün ve saat 6.50 için çok büyük bir 2. "Sürpriz" ile karşılaştım. Bu kez bu "Sürpriz" sözsel değil gayet görsel bir şekilde gelmişti. Saat 6.50 için inanılmaz bir haber niteliği taşıyan "Ekmek Kıtlığı" beni gerçek ve samimi bir "Aaaa" söylemine sevk etmişti. Bu kez büyük "A" sonrası gelen küçük "a" topluluğu ve yüzümün aldığı hal gayet samimi bir şekildeydi. Fakat bu kadar ekmek neden ve nasıl tüketilmiş olabilirdi ? Oysa saat henüz 6.50 olmasına rağmen ?
Bu olay sonrası suçladığım kişiler Rıza Bey ve diğer bütün Rıza Bey misyonu taşıyan Rıza Beylerdi. Ben ekmeğimi kendim gidip almayı tercih eden bir vatandaş olarak "Rıza Bey Ve Aynı Misyonu Üstlenmiş Diğer Rıza Beyler" tarafından adeta cezalandırılmıştım. Yazıklar olsun bu sistem'e dedim. Sevdiceğim ani ve sevimli bir ses tonu kullanarak "Aaa gel bizde poğaca yiyelim" demişti. Evet , Rıza Bey ve diğer Rıza Beyler yüzünden evimde yapacağım o güzel kahvaltı gitmiş yerini benim "Aaa"larım ile kurulmuş bir teklif cümlesiyle oluşmuş bir "Pastane Krallığı" almıştı.

Ben tüm bunları düşünürken kendimi çay söylerken pastane sınırlarında bulmuştum. Sevdiğim kadın sipariş alan şahışla ne olup olmadığı mevzusunu paylaşırken benim aklımda sadece Rıza Bey vardı. Onun yüzünden sakin ve konfor dolu kahvaltım , rahatsız ve ek maddi yükümler geitren bir çile haline gelmişti. Çok kızgın ve dahası pek öfkeli haldeydim. Poğaça ve çay siparişlerimiz gelmiş , onları yemek için işlemi başlatmıştık. Daha sonra masum ve ucuz ekmeğim aklıma gelmiş , yerine daha pahalı ve pek afilli duran "Kapitalist" poğaçalarımı bitirmiştim. İkinci çay tuzağına düşmemek için uzun ve gayet samimiyetsiz bir "Aaaaa" kullandım. Evde altını açık unuttuğumu söylediğim çaydanlık bahanesi sayesinde acil bir kalkışla eve gitmeyi garantiledim. Fakat bu yetmezdi. Çünkü benim , sevdiceğimin görmemesi gereken bir vahşet çerçevesinde Rıza Bey ile hesaplaşmam gerekiyordu. "Sen git istersen" gibi reddedilmesi an meselesi olan bir "Sahte" teklif sundum. Beklediğim gibi gayet feminen bir "Neden" geldi. Bu "Neden" beni Rıza Bey ile hayalini kurduğum hesaplaşmadan uzaklaştırıyordu. "Çünkü" dedim bana masumiyet ve şirinlikle bakan sevdiceğimin gözlerine ; "Çünkü sana bir sürprizim var". İşte artık o "Sürpriz" benim bir kozum haline gelmişti. Artık o çok korktuğum kelime benim için de bir silah , bir top , bir tüfek ve hatta bir tank halini almıştı. Üstüne sürdüğüm bu ağır sanayi hamlesi ( bkz: Yıkılmayan Adam ) sevdiceğimi resmen çaresiz bırakmıştı. Bana net ve neş'e dolu bir ses tonu kullanarak "Tamam" demişti. Şimdi geriye sadece Rıza Bey ve ben kalmıştık. Hesabını soracağım huzursuz bir kahvaltı , yiyemediğim taze ekmek , fazladan ödediğim 4 poğaça 2 çay ve muallak bir "Sürpriz" vardı.

Koşarak eve doğru gittim. Kapı girişinde beni külfet altında bırakan , büyük problemlerin göbeğine bırakıp giden Rıza Bey ve elinde suç aleti olan "Sepet" duruyordu. Kesin ve öfke dolu bir "Dur" dedim. "Efendim Bey'im" dedi. Bu -im samimiyet konusunda büyük bir soru işareti içeriyordu. Bu kez emin olamıyor , kendisini yargılamak için yeterli kanıt bulamıyordum. "Yahu" dedim , o kadar ekmeği aldın almasına da , benim gibi ekmek almaya çıkan diğer apartman sakinleri ne olacak ? Gerçi gözlerim ve fiziksel tepkimelerim beni bir "Sakin" olmaktan çıkarıyordu ama apartmanda oturuyor olmam beni kayıtsız şartsız "Apartman Sakini" yapmaya yeterliydi. Kendisi bana gayet emin ve mazbut bir ifadeyle ; "Size de bir tane almıştım , sabah söyleyemedim aceleniz var diye" dedi.
Dünya başıma yıkılmış , gaddar ve saygısız benliğimden utanmıştım. Kendimi iki parça yapabilseydim şayet , Rıza Bey için amansız hesaplar yapan yarımı düşünmeden bırakıp giderdim. Başımı öne eğdim ve Rıza Bey'in omuzuna ufak bir dokunuşla "Sağol Rıza Efendi" dedim. O benim için artık "Efendi" olmuştu. Bunu sonuna kadar hak etmiş ve bu ünvanı taşıyabileceğini kanıtlamıştı.


Eve gidip bir kaç saat kestirdim. Uyandığımda saat 19.45 olmuştu. Yaklaşık olarak 12 saat uyumuş olmanın verdiği baş ağrısı içerden gelen öfkeli "Uğur Dündar" sesi ve daha öfkeli "Telefon Sesi" sayesinde kesilmişti. Arayan ses benden "Sürpriz" bekliyordu. "Yok" dedim sürpriz , şaka yaptım. Bu "Sürpriz" kelimesi sandığımdan çok daha ağırdı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Buraya bir şey yazıyorsun , küfür falan olmazsa seviniyorum.